Günlerden beri kafamda dolaşan tek bir kelime var, AŞK…
Oraya buraya kayan düşüncelerimin arasında dolaşan tek bir kelime var, AŞK…
Baktığım her yerde, gördüğüm her şey de duyduğum her seste tek bir şey var. AŞK…
“Nedir AŞK? Nasıl bir şeydir?” diye düşünüp duruyorum. Aklım, duygularım ve bedenim arasında gidip geliyorum. Birinin dediğini biri tasdik etmiyor. Birine hoş gelen diğerine gelmiyor. Birinin kabulü diğerinin reddi oluyor. Demek ki AŞK’ın tek ve taraflı(!) bir tarifi yok.
Uzanabildiğin sonsuzluk, elinde tuttuğun hayat, aldığın her nefes, nazar kıldığın her şey AŞK…
Aşağılanmayı yumruk yutar gibi yutmaktır AŞK…
Kâinatı baş aşağı görmektir AŞK…
Kan tere boyanmaktır AŞK…
İçine akıttığın gözyaşlarıyla nefsini, dışına akıttığın gözyaşlarıyla da bedeni öldürmektir AŞK…
Sende var olanı açığa çıkarmak, olmaması gerekeni de sonsuza kadar yok etmektir AŞK…
Yedi kat yerin altına girmek, yedi kat göğün üstüne çıkmaktır AŞK…
Sunulan zehri “Yar Aşkına!...” narasıyla yüzünü gözünü buruşturmadan bir nefeste tepeye dikmektir AŞK…
Mevlâna’yı coşturan, Mısrî’yi fütursuzlaştıran, Hayyam’ı sarhoş eden, Nesimî’nin derisini yüzdürendir AŞK…
Ahmet Yesevî’yi altmış üç yaşından sonra “Yer Altı Mescidi’ne” hapseden, Hallac-ı Mansur’u dara çektirendir AŞK…
Yunus’u bülbül gibi şakıtıp, su gibi akıtan, Âşık Veysel’i ten gözünden mahrum edip can gözünü açtırandır AŞK…
Coşkudur AŞK… Kâinata kafa tutmaktır. Çoğu zamanda sadece derin bir sükûndur AŞK…
Söyleyecek çok sözü olanların ağzını açmaması; hal diliyle anlatmasıdır AŞK…
Sendir, bendir, odur. Güneştir, aydır, yıldızdır. Akıldır, duygudur, kalptir, Güzeldir, çirkindir, ölümdür, hayattır AŞK…
Hiçbir şey yoktur; var olan asıl olan, kalacak olan sadece AŞK’tır.
AŞK’sız gönüllerimize binlerce perdenin arasından AŞK’ın ışığının sızması dileğiyle…
AŞK’ı bilenlere, tadanlara ve hakiki anlamda ona ulaşabilenlere AŞK OLSUN!...