USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

BENİ BİR ESKİ SİVAS EVİNE GÖTÜRSELER…

02-02-2025

Sahi; beni eski bir Sivas evine götürseler.

Ne derim, ne yaparım bilmem ki? Nasıl davranırım?

Yüklük ne işe yarıyor, bu ibrik de neyin nesi? Tavanda niye ampul yok mu derim? Oymalı rafta süzüm süzüm süzülen ince belli gaz lambasının ne işe yaradığını mı bulmaya çalışırım?

Merakla, hayretle, dudak bükerek mi kolaçan ederim başodayı, kızlar sekisini? “Nerede bu hanenin vitrini, nerede anlı şanlı koltuk takımları, avizeleri, tabloları, bibloları?” mı derim?

Musiki niyetine, sedire kurulmuş büyükbabanın nargile fokurtusundaki nağmeyi mi dinlerim? Tütün kesesine işlenmiş boynu bükük karanfilin hüznünü mü anlamaya çalışırım?

El emeğiyle örülmüş, asmalı üzümlü, güllü bülbüllü apak perdeyi aralayıp sokağa mı bakarım? Payton şıkırtılarını garipser, içeri avluda ip atlayan küçük kızların nalın tıkırtılarını mı kınarım? Nerde bunların bilmem kaç liralık markalı pabuçları mı derim?   

Rafların tereklerin dizildiği, küplerin küleklerin sıralandığı, kış üzümlerinin, kokulu ayvaların, baharat çıkılarının ıtırlarını gönderdiği kilerlere girip, aval aval kokuların kaynağını mı ararım?   

Kar tünelleriyle komşu evlere gidilen, gece ayazında yayan yapıldak ebe aramaya çıkılan zemheri günlerinde, hısım akrabayla çekilen tel helvalarının püskürtülmeden nasıl yenileceğini mi öğrenmeye gayret ederim?

Beni bir eski Sivas evine götürseler. Zaman makarasını yıllar, yıllar ötesine geri sarsalar. Kuş seslerinin bahçeleri terk etmediği, beton ormanlarının henüz beldeleri işgal etmediği seneler olsa. Komşunun komşuya teklifsizce girip çıktığı, alaca bürüklü ninelerin torunlarına kavurgalar kavurup, yiğit dedelerinin hikâyelerini anlattığı dönemlere götürseler.  

            Mevsimlerden yaz, aylardan haziran olsa. “Gök gözlü paşa geliyormuş. Aklı erenlerle buluşup, vatan için çareler bulacakmış” diye bir ses ünlense sokaktan. Fırınlar ateşlense, saclar, oklavalar çalışsa, pişen nevaleler kocamışların dizlerine derman olsa.

“Gözleri çakmak çakmak olmuştu!” diye tarif ettikleri genç tıbbiyeli Hikmet Efendi’nin, İdadi’deki toplantında “manda himayesini kabul edemem!” diye haykırdığı haberi evlere düşse. Büyükten küçüğe herkes coşsa; yürekler bayram davulcusunun tokmağı gibi vursa.       

            Koca şairin de dediği gibi beni bir eski Sivas evine götürseler.

Gölgeli odalardaki peykelere yaşıtlarım sıralanmış olsa. Önümüzde Sivas bıçağıyla dilimlenmiş Gürün elmaları bulunsa. Dizlerinin üstüne aldığı karbeyazı kumaşın üstüne nazenin bir taze, vişneçürüğüyle, güvercingöğsüyle, nohudiyle çeyizini işlese. Parmağına batan iğneden süzülen kan, “yedi dağın çiçeği” desenli Sivas halısına damlasa. Halıdaki desene kangülü adı verilse. Avludaki kurnadan akan suyun kütürtüsü odalara ulaşsa.

            Küçükkazancılar’dan, Höllüklük’ten Mehmetpaşa’dan, Bezirci’den sıra sıra Sivas Lisesi’ne ilim tahsiline giden gençlerin, “Bugünkü edebiyat imtihanına girmeden evvel, Şair İsmail Safa’nın kabrinde dua edelim, birer Fatiha okuyalım” dedikleri kulağıma erişse. Ben de aralarına karışsam. Gurbet ellerde rahmeti rahmana kavuşan edip için, ben de ellerimi açsam! Sızısını yüreğimde hissetsem, garipliğini paylaşsam.        

            Eşikleri fırçalanmış, kapı önleri süpürülmüş sokaklardan bir sokak olsa. Sünnetçi Sokağı, Taşlısokak, Pünzürük, Sularbaşı… Buralardaki bir pencerede yaprak dökümünde, soğan sökümünde postacı yolu gözleyen analardan bir ana bulunsa. Gözünün bebeği tek kızını kaç dağın ardına gelin etmiş olan ananın, çeyiz sandığı cesametindeki radyodan “açtı m’ola şu Sivas’ın gülü yaprağı?” diyen ses sanatkârını dinlerken gözleri dolsa, boğazına yumrular otursa. Ciğerpâresinin hasretiyle yanaklarına birkaç damla yuvarlansa. Bu billurları elimle silsem.  

            Sokaktan bir kilci geçse. “Hası kiliiiin, hası kiliiin!” diye evlere doğru bağırsa. Elinden iş gelen bir yenge, hamama götürülecek olan kildana, taze kili gül yapraklarıyla harmanlayarak bassa. Koku, boy aynası gibi endamlı torununa “bir baş sabunlamadan eve gelirsen, kendini hamama gitmemiş say!” öğüdünü veren, göbek taşında dinlenmekte olan bir nineciğin burnuna kadar ulaşsa. Gülden yayılan Muhammedî kokuyu gözleri yaşararak içine çekse.   

            Aylardan ramazan, mevsimlerden yaz olsa. İftar sofrası yeni yıkanmış bir taşlığa kurulsa. Tespih çekmekte olan bir büyükanne, pastırmalı madımağın kokusuyla mest olsa. Kanatlı kapıdan giren bir büyükbaba, bakır maşrapaya doldurduğu Kepenek suyuyla siftah orucunu açacak olan torununa, çöreğe saplanmış horozşekeri getirse. Kendi torunuyla beraber, komşu çocukların da gönlünü mesrur etse...

            Ahşap parmaklıklı bir camii penceresinden yayılan ramazan ilahisi “Ya Hennan, ya Mennan, ya zel cudi vel ihsan” terennümüyle, pervazlara çarpa çarpa kulaklara kadar erişse. Ahirete göçmüş olanlarla dünyada kalanların halleştiği bir arife gününde, aile reisleri Şıracı Hanı’na uğrasa, ev horantası için bayramlık nevaleler düzse.

            Sultan şehir, can şehir, yiğit şehir Sivas’ta beni bir eski eve götürseler. O evle birlikte cümle hanelerde kıyamete kadar bayram sevinci yaşansa. Güneş her zamankinden parlak ışısa, bulutlar hiç kararmasa…

                                                                       10-Nisan-2016    

Beni bir eski Sivas evine götürseniz
Bir aydınlık, serin avlusu olsa.
Bahçesinde yorgun salkım söğütler
Ve bir kuyusu olsa...

Bir sofa üstünde büyük odalar
Çağırsalar beni:-Gitmeyin! Durun!
Bir bahar güzelliği Sivas halılarında
Sedirler seslense:-Buyurun!

Baksam tavanlarda; oymalı güller...
Raflarda; kalaylı sahanlar dizi dizi.
Duvarlarda celiler, taliklerden levhalar
Gülümsüyor Rabbimizi Efendimizi...

Büyük, sarı şamdanlara, sedef çekmecelere,
Bir öksüz çocuk gibi gitsem sokulsam.
Necef tespihlerde, seccadelerde,
Her noktada, her çizgide kendimi bulsam.

Nakış nakış, benek benek Selçuklu güzelliği
Kanatlansa gözlerimin takılıp kaldığı yerde.
Her sözde sütun sütun bir incelik bulunsa,
Bir Selçuklu aydınlığı olsa yüzlerde.

Bağdaş kurup otursam sonra yün minderlere
Çocukluğum koşup gelse kanatlı kapılardan
Ve anamın nur elleri yaprak yaprak
Titrese saçlarımda, dursa sabaha kadar
Seferberlik yıllarını anlatsa ağlayarak...

Yavuz Bülent Bakiler

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?