ŞİİRİMDE NECİP FAZIL ETKİLERİ

Ahmet Mahir PEKŞEN
Ahmet Mahir PEKŞEN
ŞİİRİMDE NECİP FAZIL ETKİLERİ
26-03-2024

1970’li yılların sonu. İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okuyorum. Kaldığım yer, Sivas Talebe Yurdu. İstanbul Üniversitesine en yakın yurtlardan biri. Kardeşin kardeşi vurduğu yıllarda üniversiteye yakın böyle bir yurtta kalmak, öğrenci olaylarının da içine düşmektir bir anlamda.

         Şair Necip Fazıl’ın da Vezneciler’de bir mekânı var. Şiir yazmaya yeni başlamışım. Arkadaşlardan ismini duyuyorum. Bir ustaya, bir üstada ihtiyacım var ama bir türlü nasip olmuyor üstatla tanışmak.

         Okulu bitirip, memleketime, Divriği’ye dönüyorum.

Ramazan ayındayız, çarşıya gitmem gerekiyor. İlçenin 3 metrekarelik küçük bir mekânına sığmaya çalışan tek gazetecisinin camekanında Tercüman Gazetesi’nin asılı olduğunu görüyorum. Ve ilk sayfanın en başında üstattan bir beyit ile:

Güzel Allah’ım senden, ne gelecekse gelsin.

Sen ki; rahmetinle de kahrınla da güzelsin.

Bu beyit etkiliyor beni. Gazeteyi bu iki satır hatırına alıyorum.

Birkaç gün sonra yine aynı gazetenin ilk sayfasının en başında bir beyit daha;

Ölüm, güzel şey, budur perde ardından haber.

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?

Yine alıyorum gazeteyi ve beyiti ezberliyorum. Beyitlerden çok etkileniyorum. Etkilenmem de çok normal. Çünkü bence insan okuduğu kitapların özetleriyle fikir dünyasına yön verir.

Sonra artık hep Necip Fazıl okuyorum. Masamın üstünde bulunan Akif’in Safahat’ına arkadaş geliyor; ÇİLE.

Bu arada şiirlerime de yeni arkadaşlar ekleniyor. Okuyanlar ısrarla Necip Fazıl’ın etkisinden bahsediyor…

80’li yılların sonlarında, Türkiye Gazetesi’nde bine yakın beyitim “NÜKTE” başlığı altında yayımlanıyor. Okuyucunun ortak görüşü ise Necip Fazıl etkisi.

Evet etki var… İntihal kesinlikle yok. Çalıntı asla.

Ve yıllar sonra şiirin nasıl çalındığını internet öğretiyor âleme.

İsim büyük; Necip Fazıl KISAKÜREK

Bu isim adına düzenlenen ödül törenine katılacak devlet erkânı üst değil, en üst düzey…  Sayın Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakan ve Sayın Bakanlar… Elbette büyük bir halk kitlesi.

Düzenleyen ise Star Gazetesi.

Necip Fazıl üstadın, Sancaktepe Belediye Başkanlığı’nın logosunu taşıyan dev resminin altında, benim yıllar önce yazdığım ve Türkiye Gazetesinin bir milyon tirajlı günlerinde yayınlanan bir beyti iliştirilmiş.

Ve altına bir neslin fikir dünyasına imzasını atmış büyük fikir adamının,  Necip Fazıl’ın ismi yazılmış.

Başına gözüne vurularak, imlâ kuralları göz ardı edilerek aslından bir hayli uzaklaştırılmış beyit şu;

         “Gençliğime güvenip de vakit çok erken derken,

Bir bakmışsın elveda bile diyememişsin giderken!”  Necip Fazıl.

Türkiye Gazetesi’nde yazıldığı şekliyle doğrusu ise şöyle:

Gençliğine güvenip vakit çok erken derken,

Belki elveda bile diyemezsin giderken.

Ahmet Mahir PEKŞEN

Koskoca bir ulusal gazetenin ve anlı şanlı bir belediyenin asla yapmaması gereken bir hata…

Hoş görülü bir adam olduğumu söylerler. Ben de kendimi öyle tarif edebilirim ama ortada böylesine galiz bir hata varsa, en azından tekerrürünü önlemek gerekir. Tabii biraz da öfkem kabararak... Üstat olsa kahrolurdu sanıyorum. Bunun için “Öfke ve Hiciv” kitabında olduğu gibi, neler yazardı kim bilir?

Bu hatayı yapanların üstadı okuduğunu düşünmüyorum. Bir beyit, vezin ve mana yapısı bakımından böylesine tartaklanamaz. İmlâ bu kadar göz ardı edilemez.

Ne diyeyim! Yazarlığım iflas etmiş durumda. Kelimeler elimden tutmuyor, dilime yanaşmıyor. Utanç hissinin doğurduğu kırmızılık oturmuş yüzüme. Üzgünüm! Hem de çok… Üstat ve kendi adıma…

Bu cümleden mülhem, işi ehline vermenin gerektiğini bir kere daha bütün ciddiyetiyle görüyorum. O toplantıya katılan Sayın Cumhurbaşkanımız eminim ki, üstadın en az elli beytini ezbere okuyacak şiir dağarcığına sahiptir. Bu poster onun nazarına birkaç saniyecik takılsaydı, bu yanlışlığı eminim ki fark ederdi.

         Erbabı fark ediyor tabii. Örnek vereyim; toplantıya katılanlardan biri Necip Fazıl’ı Türkiye ölçeğinde en iyi anlayanlardan, otorite bir isim olan Bahçelievler’in önceki Belediye Başkanlarından Sayın Muzaffer DOĞAN Bey’dir. Telefon görüşmemizde, “Ben posteri görür görmez, bu dizelerin Necip Fazıl’a ait olmadığını fark ettim” dedi.

         Günümüz başvuru kaynaklarından Google, aradığımız bilgileri anında bulmamızda yararlı olabilir ama fikir dünyamıza verdiği zararlarla da anılacak bir arama motorudur. Çünkü bu arama motorunda yalnızca benim onlarca beyitimi Üstat Necip Fazıl, Mehmet Akif ERSOY ismiyle görüyor ve şaşırıyorum.

Tuhafınıza gideceğini biliyorum ama söylemeden de edemeyeceğim.  Gene birçok beytimin de Bişri Hafi, Beyazıt Bestami ve hatta İmam Gazali imzasıyla yayımlandığını okuyorum. Acemi şairlerce tırtıklanıp kendi şiirlerine katık edilen bazı mısralarımı saymıyorum bile. Bu Google tarlasındaki ayrık otları, yüzlerce insanın araştırmasıyla bile düzelecek gibi görünmüyor.

         Başka bir gün, arabamın radyosu açık. Sırayla şarkılar türküler icra ediliyor, sıradaki sanatçı ise Ebru GÜNDEŞ. Kulaklarıma gelen şarkı sözü bana hiç yabancı değil.

         “Ölümsüz aşklar var da ölmeyen aşık var mı?

         Güvenme gençliğine ölen hep ihtiyar mı?”

         Kitaplarımda, gazetelerde ve takvim yapraklarında yazılı şekliyle imzamı taşıyan şekliyle ise şöyle;

         “Bugünü düşünürüm, dün geçti yarın var mı?

Gençliğe de güvenmem, ölen hep ihtiyar mı?”

İnternetten bakabilirsiniz, bana ait olan bu beyitin altında; Mehmet Akif ERSOY, Necip Fazıl KISAKÜREK, Ebu Turab Nakşebi, Bişr-i Hafi, Beyazıt Bestami.

Yukarıda bahsettiğim beyitim de zaten sahiplenme rekorları kırıyor. Artık mezar taşlarına yazılmaya başlanılan bu beyitim şöyle:

Gençliğine güvenip, vakit çok erken derken,

Belki elveda bile diyemezsin giderken.

Mısralarımın altında yine Necip Fazıl imzası o kadar çok ki, artık benim yazdığıma insanları inandırmak güç. Kardelen Dergisi’nin geçmiş sayılarının birinde İstanbul şiirimin altına yorum yazan bir okur, şairinin Necip Fazıl olduğunu söylemiş, yanlışlığı düzeltilmesini istemişti.

Bunun gibi örneklere o kadar çok rastlıyorum ki.

         Gittiğim bir anahtarcının duvarında şatafatlı harflerle yazılı mısraları görünce bir an duygulanıyorum. Sonra da bu duygulardan daha ağır bir hüzün basıyor gönlümü.

         “Batan günün ardından, ağlamamız nafile,

Gitti sevdiklerimiz hep kafile kafile.”

Mısralarımın altında bir başka isim.

Sevinç ve hüzün yan yana. Binlerce beyit tohumu atmışım ve her biri farklı bir mekân ve zamanda filiz vermiş. Hepsini bir başka isim sahiplenmiş. Ya da sahiplendirilmiş.

Ey Müslüman bir ülkenin dindar insanları… Mısra çalmak suçtur. Bunun da hesabı vardır. Küçümsenemeyecek kadar önemli bir hesaptır bu. Fikir çilesi çeken insanların akıl ürünlerini aşınmaktır. 

         “Ey İstanbul İstanbul, senin iki yüzün var,

         Bir yüzün gülüyorken, diğerinde hüzün var”

Diye başlayan İstanbul şiirimin altında, onlarca sitede Mehmet Akif’in ve Necip Fazıl’ın adı yazılı.

         Daha vahimi, Hadis-i Şeriflerin âyet, âyetlerin Hadis-i Şerif gibi yazılması ise itikat dünyamızın altına konan bir dinamit gibime geliyor.

         Sözüme ve yazıma üstadın manidar iki mısraı ile nokta koymak istiyorum;

         Bu yolun sahtekârı yoktu, yeni türedi,

         Çile kalktı bahçede ısırganlar üredi.  (N.F.K)

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?