Hepimizin elbette kalp kırıklıkları var, çünkü insanız. Kalp kırıklıklarını çözemezsek birçok olumsuz duygu ve düşünce benliğimize zarar vererek yaşam kalitemize zarar verecektir. Haydi şimdi gelin kalbimizi kıran, bizi inciten yaşam tecrübelerine karşı nasıl tutum sergilememiz gerektiğine bakalım.
Duygusal ve ikili ilişkilerde ötekiyle kurulan bağ, karşılıklı güvenin ve iletişimin temelini oluşturuyor. İkili ilişkilerimizde iletişim sürecimiz, diyaloglarımız her zaman başarılı ilerlemiyor. İletişim kazaları, beklentilerin karşılanmaması sonucu karşılaşılan hayal kırıklıkları, kalp kırıklıkları bunların hepsi samimi ve içten ilişkilerde görülmektedir. Samimi olduğumuz kişiye kalbimizi açarız, beklentimiz yükselir, karşılanmadığı takdirde ise hayal kırıklığı sonuçta hissedilen sevgi veya aşk öfke ve nefrete dönüşür. Bu beklenti çoğu kere bizim gibi geleneksel toplumlarda duygusal motivasyonlardır. Zira hissiyatlarıyla hareket eden toplumuz. Diyelim ki siz hislerinizle hareket etmiyorsunuz böylece hiç yara almayacağınıza inanıyorsunuz, fakat öteki duygularıyla hareket eden biriyse yara almamanız pek mümkün görünmüyor. Salt mantıkla hareket eden toplumlar var muhakkak, fakat o toplumlarda büyümüş, yetişmiş bireylerle anlaşmazlık yaşamamız toplumsal farklılıklarımızı ortaya koyar.
Çevremizde samimi olup bağ kurduğumuz kişi veya kişiler onlarda kendimizden parçalar bulduğumuz ve bizi biz yapan bireylerdir. Bu bireylerle paylaşımlar ne denli kendimize yönelikse karşı tarafa atfedilen anlamdan dolayı yara alma olasılığımız artıyor. Bu atfedilen anlamı kimi zaman karşı taraf kaldıramıyor kimi zamanda biz hata yapabiliyoruz. Hata yaptığımızı düşündüğümüz ana kendimize ve ötekine olumsuz yüklemeler başlıyor. Esasen tanıdıklarımız, bizi biz yapıyor. Kendi kimliğimizi inşa etmemizi sağlıyor. Sosyal çevremize şükran borçluyuz, her zaman olumlu dönütler almak zorunda değiliz, oysaki olumsuz olduğunu düşündüğümüz tecrübelerin bizi yeni bir hayat aşamasına taşıdığı yadsınamaz bir gerçektir.
Diyelim ki kalp kırıklığı veya hayal kırıklığı yaşadıysak, kendimizi daha yakından tanımaya imkân verdiği için bunları bize yaşatanlara teşekkür etmeliyiz. Eğer omzumuza yüklenen bu negatiflikler ağır gelmeye başladıysa karşı tarafı sonsuza dek serbest bırakmayı bilmeliyiz. Bizlere değer katan, bize yol açan, benliğimize destek olan bu güzel tecrübeleri sonsuza dek sevgiyle kucaklayıp şükranla serbest bırakıp gitmelerine izin vermeliyiz. Bu bağları koparamazsak özümüzde yük olmaya ve hayatımızı zorlaştırmaya devam edecekler. Sonrasında yaşasın özgürlük…
Yansıtacağımız her duygu çoğunlukla kendimizle ilgilidir. Bu yüzden öfkeye, nefrete ve negatif duygulara yer vermemeliyiz. Yansıtacağımız her duygu kendimizin aynası aslında. Kendimize negatif duygular aksettirmek ister miyiz, hayır, o halde kendi benliğimizin yansıması olan ötekine neden zarar verelim ki? Bir yerde bize zarar veren kişilere karşı artık dur dememiz gerekiyor, hayır onları uzaklaştırarak değil, sevgiyle uğurlayarak rahatlayabiliriz. Aksi takdirde bu ayıp bize hayatımızın sonuna dek vicdan azabı olarak kalacaktır. Her birey özünde kendisinin terapistidir, duygusal ve hassas biriyseniz aklınızın ve kalbinizin koordinasyonuyla şifalanabilirsiniz.