USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

KABENİN ÖRTÜSÜ

13-04-2022


Kâbe’nin dört duvarı üstüne içten ve dıştan örtü asılması eski bir gelenek olup bu uygulamanın ilk defa ne zaman yapıldığı hususunda farklı rivayetler vardır. Dıştan dam korkuluğunun kenarlarında bulunan demir halkalarla çatıya, şazervân üzerindeki bakır halkalarla da tabana tutturulan örtünün, altın oluk, Hacerülesved, Rüknülyemânî’nin aşağı kısmı ve kapı hizalarına gelen yerleri kesiktir. Kapıya ise çok güzel bir şekilde işlenmiş ana örtüden bağımsız bir kisve örtülür. Günümüzde Kâbe örtüleri, 14 m. uzunluğunda ve 0,95 m. genişliğinde 48 parçadan meydana gelir; tamamı 638,4 m2.dir.  Yukarı kısmındaki Kâbe’nin dört tarafını çevreleyen ve birbirine eklenmiş  16 parçadan oluşan yazı kuşağına hizâm denilir: Uzunluğu 45 m., genişliği 0,95 metredir. Bu kuşağın biraz aşağısında  yine 16 parçadan meydana gelmiş, ancak birbirine eklenmeden aralarına, içlerinde âyet ve  esmâ-i hüsnâ yazılı daireler konmuş ikinci bir kuşak vardır. Örtünün kendisi de kitâbeli olarak dokunmuştur. Birbiri içine giren üçgenler  arasında lafza-i celâl, kelime-i tevhid ve “ süphânallâhî ve bihamdihî süphânallâhi’l-azîm” ibaresi yazılıdır. Örtünün üzerindeki yazılarda altın ve gümüş teller kullanılmıştır. ( Hicaz Albümü, s.36-37)
Zemzem: Arapça’da “bol, bereketli, doyurucu ve kaynağı zengin su” anlamlarına gelen zemzem, sadece kutsal kabul edilen Harem bölgesinin değil, bizzat Kâbe’nin kuyusu ve bütünleyicisi olarak da görülmüş, Mekke için bir nevî hayat kaynağı olmuştur. Cenâb-ı Allah’ın emri üzerine, Hz. İbrâhim’in, eşi Hacer’i ve henüz bebek olan İsmail’i ıssız Mekke vâdisinde bırakıp ayrıldıktan sonra, Hâcer, su ve erzakının tükenmesi üzerine  çaresiz kalmış; küçük oğlu İsmail’in susuzluktan ölmesinden endişe ederek telâşla Safâ ve Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelerek bir yardımcı aramış; bütün ümitlerini kaybettiği anda mucizevî şekilde oğlunun bulunduğu yerde kaynayan zemzem suyunu görünce Allah’a şükretmiş ve suyun dağılmaması için etrafını toprakla çevirmiştir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur: “ Allah, İsmail’in annesi Hacer’e rahmet etsin. O, Zemzem’i kendi haline bıraksaydı veya avuçlamasaydı, muhakkak akar, bir ırmak olurdu.”
Bütün su kaynaklarına uzak bir noktada, çölün ortasında bir mucize gibi çıkan Zemzem, şifalı ve besleyici bir sudur. Ondan içen acıkmaz, ne kadar içilse rahatsız etmez, bazı hadislerde “ ne amaçla içilirse ona şifa olacağı…” buyrulmuştur.
Hz. Hâcer’in, aralarında 400 metre mesafe olan Safa ve Merve tepeleri arasında  su ve imdât arayışı hac ve umre mesaiki içinde yer alan “sa’y” uygulamasının kökeni olmuştur(Bakara, 2/158). (Hicaz Albümü, s. 45)
Zemzem, Allah Tealâ’nın darda kalan kullarının imdadına nasıl yetiştiğine dair ibret alınması gereken ve mucizelerle dolu bir örnektir. 2002 senesinde umreye gittiğimizde Zemzem kuyusunu  görmek kısmet olmuştu. Zemzem Kuyusu, Mescid-i Haram’da, Kâbe’nin 18 m. güney doğusunda, Hacerülesved’in tam karşısında bulunan ve merdivenlerle inilen 2,5 m. yükseklikteki yer altı kısmında bulunmaktaydı. Kuyunun etrafı, tavana kadar, güvenlik tedbiri olarak yuvarlak cam ile çevrilmişti. Yaklaşıp cam korkuluktan bakınca neredeyse su seviyesi kuyunun yüzeyine yakın olan mübarek zemzem görünebiliyordu.Zemzem bir pompa marifetiyle bu bodrumda bulunan çok sayıda su musluklarına verilmekte idi; herkes bu çeşmelerden içmekteydi. Daha sonraki gidişlerimizde, tavafı engellemesi ve izdihama sebep olması nedeniyle bu yer altına girişin tamamen iptal edilmiş, kapatılmış olduğunu; suyun Mescid-i Haram’ın bir çok yerine konulan bidonlarla dağıtımı yoluna gidildiğini gördük. Kutsal topraklara gelenlerin ülkelerine götürmeleri için bidonlarının doldurulması, Medine’ye götürülecek zemzemin büyük bidonlara doldurulması ve Mekke’deki Mescidü’l-Haram’daki bidonların doldurulması için şüphesiz başka dolum noktaları da vardır. Zemzemin mucizelerinden bahsederken, kuyudan ne kadar su çekilirse çekilsin zemzemin kuyudaki seviyesinin hiç değişmediği, aynı kaldığı; suyunun son derecede şifalı olduğu rivayet edilmektedir.
Hz. Peygamber, “Yeryüzündeki suların en hayırlısı zemzem suyudur; içilmesi açlığı giderir, hastalığa şifa olur!” ( Heysemî,III, 286). “Zemzem suyu hangi niyetle içilirse ona çare olur! ” (İbn. Mâce, “Menâsik,, 78) buyurmuştur. Resûl’ü Ekrem’ in uygulaması sebebiyle , Kâbe’yi tavaf ettikten sonra kılınan 2 rekat tavaf namazını müteakip zemzem içmek müstehap kabul edilmiştir.
İHLÂS-NÂS-FELÂK SURELERİNİN 
FAZİLETİ.    XXXX
Peygamberimiz(s.a.s.), sahabeye, “Biriniz bir gecede Kur’an’ın üçte birini okumaktan aciz mi?” buyurmuştur. Bu sahabeye zor gelmiş, “Buna hangimizin gücü yeter Yâ Resûlullah!?” demişlerdir. Bunun üzerine Peygamberimiz(s.a.s.): “İhlâs sûresi Kur’an’ın üçte birine denktir!” buyurmuştur.(Buharî, Fedailü’l Kur’an,13).
İhlâs, felâk ve Nâs sûrelerine, üçüne birden, muavvizat denilir. Peygamberimiz(s.a.s.), bu üç sûreyi, akşam, sabah ve gece yatınca üç kere okumayı tavsiye etmiştir.
İbn. Neccar, Hz. Âişe’den şöyle rivayet etmektedir:“ Hz. Peygamber yatağına yatınca ihlâs, Felâk ve Nâs surelerini avuçlarına okurdu. Sonra da elleriyle yüzünü, bileklerini, göğsünü ve elinin ulaşabildiği her yeri mesh ederdi.” (Buharî, Fedailü’l Kur’an,14).
Yüce Rabbimizin Kur’an’da bizlere hediye ettiği Felâk  ve Nâs isimli iki muhteşem surede kendisine sığınarak yaşamayı öğretmiştir. Bu yüzdendir ki Peygamberimiz(s.a.s.), Allaha sığınmanın en güzel ifadesi olarak nitelediği bu iki sureyi çokça okumamızı tavsiye etmiştir(Nesâî,İstiâze,1).
Felak ve Nâs’ı okuyarak her türlü şer ve kötülükten, karanlıklar içerisinde yolumuzu kaybetmekten Rabbimize sığınırız.  Haset ve öfkenin, kin ve nefretin, batıl ve hurafenin, vesvesenin esiri olmaktan O’na iltica ederiz. Art niyetlilerin, kem gözlülerin, kalbi kararmış, vicdanı taşlaşmışların şerri karşısında O’ndan yardım isteriz.
HZ. PEYGAMBER(s.a.s)’İN KABRİNDEN BEDENİNİN ÇALINMAK İSTENMESİ.
II. Abdülhamid zamanında, müzede sergilenmek üzere İngilizler tarafından, Hz. Muhammed(s.a.s.)’in mezarına alttan tunel kazarak mübarek bedenini çalmak için teşebbüste bulunulmuştur. II. Abdülhamid, gizli hafiyeleri marifetiyle bu teşebbüsü öğrenmiş ve tuneli buldurarak olayı önlemiştir. Bu olaydan sonra, Hz. Muhammed(s.a.s)’in mezarının kenarları betonla çevrilip doldurulmuştur.( Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed, Akis Kitap s.22)
HZ. MUHAMMED(s.a.s.)’İN 
YATAĞI.
Hz. Muhammed (s.a.s), oldukça sade bir evde yaşıyordu. Bir gün Hz.Ömer evini ziyarete gelmişti.Yerde hasırın üzerinde yatan Hz. Peygamberin Efendimizin yüzünde hasırın yaptığı izleri görünce birden ağlamaya başladı.Hz. Peygamber, Ömer’e neden ağladığını sorduğunda: “Neden ağlamayayım, şu hasır yanağında iz bırakmış. İran Şahı, Rum imparatoru saraylarında nimetler içinde yüzerken, Allah’ın sevgili kulu sen nasıl yaşıyorsun?.” diye cevap vermişti Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: “Ömer, istemez misin, dünya onların, ahiret de bizim olsun!” buyurmuştu.( Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed, Akis Kitap s.18)
ŞEHİTLİK VE GAZİLİK:
Şehitlik, Allah yolunda, yani kişisel hiçbir çıkar düşünmeksizin vatan yahut kutsal değerler için canını feda etmektir. Bu idealler için çarpışırken ölen kişiye şehit; sağ kalana da gazi denir.
İnsanların uhrevî hayatta da çeşitli dereceler, türlü rütbeler vardır. Rütbelerin en üstünü, Yüce Allah’ın Müslümanlar için verdiği şehitlik ve gaziliktir. Çünkü şehitler ölümsüzlük mertebesine ulaşırlar ve Allah’ın katında diridirler: “Allah yolunda öldürülenlere-ölüdürler- demeyin, zira onlar diridirler, fakat siz farkında değilsiniz.”(Bakara, 154). İstiklâl Şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Çanakkale şehitlerimiz için yazdığı şiirinde ne güzel söylemiş: 
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,
Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber!
    MUNAFIKLIK
Munafık; mümin olmadığı halde küfrünü gizleyerek kendisini mümin gibi gösteren; kalben inanmadığı halde inkâr ettiğini gizleyip diliyle inandığını söyleyerek mümin görünen; imânı kalplerine tam olarak yerleştirememiş, bu konuda kararsızlık ve tutarsızlık gösteren kişilerdir. “İnsanlardan, inanmadıkları halde , ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ diyenler de vardır” ( Bakara,2/8). Peygamber Efendimiz(s.a.s.) münafıkların konuştuklarında yalan söylediklerini; verdikleri sözde durmadıklarını; emanete hıyanetlik ettiklerini bildirmiş ve dini tebliğ görevinde kâfirlerle olduğu kadar münafıklarla da mücadele etmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de de münafık olan kişiler, “…kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanlar…”(Maide,5/52) olarak nitelendirilmişlerdir.
Münafıkların en belirgin özelliği yalancılıktır. Yaptıklarında samimi olmadıkları için de riyakârdırlar. Münafıklar insanların temiz duygularını istismar ederler. Laf getirip götürmek ve topluma fitne-nifak tohumlarını ekmek; söz verdiklerinde sözünde durmamak, emanete hıyanetlik etmek onların belirgin vasfıdır. Bunların en bariz özellikleri de inanmadıkları için aslında kılmadıkları halde tanınmamak için durdukları namazda da içten ve samimi olmamalarıdır.
AZİZ MAHMUT HÜDAYΠ
HAZRETLERİNİN DAVRANIŞI.
Konumuzla ilgisi nedeniyle, yeri gelmişken Aziz Mahmut Hüdayi Hazretlerinin yaşadığı, herkesce bilinen bir olayı hatırlatmak isterim: Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri Bursa Kadısı iken Oradaki Üftade Hazretlerinin Dergâhına mürit olarak girer. Talebeliği sırasında nefsini olgunlaştırmak için sırmalı ve gösterişli kadı elbisesi ile sokaklarda taze ciğer satar. Bu sıralarda bir gün Üftade Hazretleri, bütün talebelerini toplayarak bir görev verir: Hiç kimsenin olmadığı, kimsenin görmediği bir yerde birer tane tavuk kesip getirmelerini söyler. Bütün talebeler kesilmiş tavukları ile gelirler. Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri elinde canlı tavuk ile çıkar gelir. Üftade Hazretleri tavuğu neden kesmeden getirdiğini sorduğunda: “ Efendim her yerleri aradım, fakat kimsenin olmadığı bir yer bulamadım. Nereye gittimse her yerde Allah Tealâ vardı.” diye cevap verir. Üftade Hazretleri, talebelerine: “ İçinizde, belirtmek istediğim mânâyı sadece Mahmut oğlum anlamış” der.
 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?