USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

RAVZA-İ MUTAHHARA: EDEP VE SAYGI

18-11-2021

Bu kutsal mekân edep ve saygı konusunda çok hassas olunması gereken bir yerdir: Burada, Peygamber Efendimizin sağlığında huzurunda nasıl davranılırsa şimdi de o şekilde davranmak gerekir: Ne tekim Resulullah Efendimiz (s.a.s.), bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “Kim beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, hayatta iken ziyaret etmiş gibidir. Kabrimi ziyaret edene şefaatim vacip olur.” Resul-ü Kibriya’nın huzuruna edeple girilip edeple çıkılır; edep, huşû, saygı ve tevazu  içinde; gözlerde yaş, gönüllerde aşk, sevgi, muhabbet  ve saygı yüklü olarak; dillerde salâtü selam ile; üzerinde temiz ve güzel elbiselerle ziyaret edilir; yüzler, Peygamber Efendimizin (s.a.s) mübarek yüzüne karşı dönülür; yüksek sesle konuşulmaz, öfkeli bir üslupla konuşulmaz, laubali şekilde hareket edilmez, bir takım şeyler yiyip içilmez, başkalarının da Resulullah Efendimizin misafiri olduğu bilinci içinde davranıp onlara müdahale edilmez, tartışılmaz; ‘O’nun” huzurunda olunduğu bilinci içinde ve bu şekilde düşünüp tefekkür edilerek davranılır;  kısaca edep dışı en küçük bir söz, tavır, davranış ve hareket yapılmaz;  hatta aklından bile edep dışı bir düşünce geçirilmez.!

Büyük Şair Nâbî’nin Medine-i Münevvere’deki edep anlayışını örnek almalıyız: Padişah IV. Murat ve O’nun Müsahibi Mustafa Paşa döneminde İstanbu’da yaşayan Büyük Şair Nâbî (D.1642- Ö.13 Nisan 1712)   1678-79 yılında Hacc farîzasını yerine getirmek üzere Mekke’ye giden bir Osmanlı kafilesine katılır. Kendisinde çok derin bir Peygamber aşkı ve sevgisi olduğu için Medine’ye yaklaştıkları ve konakladıkları yerde hürmetten ve heyecandan sabaha kadar uyku tutmaz. Bu sırada kafile komutanı paşanın Medine’ye ve Kıble’ye karşı ayaklarını uzatıp uyuduğunu görünce paşayı uyandırır ve irticalen, içinden geldiği gibi tamamını, tercümesiyle beraber aşağıya aldığımız şiiri (Na’tı ) okur:

        

         “Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-i Hüda’dır bu

         Nazargâh-i ilâhîdir, Makam-ı Mustafa’dır bu !

         (Cenab-ı Hakk’ın nazargâhı ve O’nun sevgili Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa’nın Makâmı ve Beldesi olan bu yerde edebe riayetsizlikten sakın !)

        

Habîb-i Kibriyânın hâb-gâhıdır fazilette

         Teveffuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı kibriyâ’dır bu!

         (Burası,  Allah’ın (c.c.)sevgilisinin ebedî istirahatgâhının, türbesinin bulunduğu yerdir ve fazilet bakımından Cenab-ı Kakk’ın arşının bile üstündedir !)

 

         Bu hâkin pertevinden oldu deycûr-i âdem zâil

         İmâdın açdı mevcûdât dü çeşmin tûtiyâdır bu !

         (Bu mübarek toprağın ziyasından yokluk karanlığı sona erdi.Varlık âlemi, körlük ve yokluktan gözünü O’nun sürmesiyle açtı !)

        

Felekte mâh-ı nev Babü’s Selâmın sîne-çakîdir       

         Bunun kandili cevzâ Matla-ı nûr-i ziyâdır bu!

         (Gök yüzünde hilâl, O’nun selâm kapısının yüreği yaralı aşığıdır. Semadaki cevza’nın nur ve ışık kaynağı O’dur.!)

 

         Mürâât-ı edep şartıyla gir Nâbî bu dergâha

         Metâf-ı kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu !

         (Ey Nâbî, bu Dergâha edep kâidelerine uyarak gir ! Burası meleklerin etrafında pervane olduğu ve peygamberlerin (eşiğini) öptüğü makamdır !)

 

         Nâbî’den bu şiiri işiten Paşa üzülür ve kafileden başkalarının bu şiiri duymaması için ricada bulunur. Sabaha doğru kafile yola koyulur ve sabah ezanı sıralarında Medine’ye varılır. Sabah ezanından sonra Medine’nin bütün minarelerinden bu şiiri (nâ’tı) işiten Nâbî ve paşa, heyecanla bir-iki müezzini bulup bu nâ’ti kimden, nasıl öğrendiniz diye sorarlar. Çünkü daha birkaç dakika önce irticalen kendisinin okuduğu bu şiiri herhangi bir insanoğlunun bilmesine imkân yoktur. Müezzinler işin sırrını ve hikayesini anlatmak şöyle dursun ağzlarını bıçak açmaz. İyice şaşıran Merhum Şair ve paşa, en son Ser- Müezzini bulurlar ve kendilerini tanıtarak işin aslını sorarlar. Ser-Müezzin der ki: Arkadaşlarım ketum davranmakta haklıdırlar. Ancak siz Nâbî olduğunuza göre, sizden de gizli değil tabii, Efendimiz (s.a.s.), bu gece her birimizin rüyasını teşrif ederek bu şiirin ezberlenmesini emrettiler. “ Ümmetimden  Nâbî isimli bir şair beni ziyarete  geliyor, bu zât bana son derecede aşk ve muhabbetle bağlıdır. Bu aşkı nedeniyle O’nu, Medine minarelerinden kendi nâ’tını okuyarak karşılayın buyurdu. Biz de bu emr-i Nebîyi yerine getirdik.”

         Şair Nâbî, hıçkıra hıçkıra ağlayarak “demek ki Allah Resulü, iki Cihan Güneşi bana ümmetim dedi, ümmetliğine kabul buyurdu!” diyerek heyecandan bayılır.! (Bahattin Akyön, a.g.e. s.414-415)

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?