GAYE-İ HAYAL

Habibe ÇEVİK
Habibe ÇEVİK

Kelam ve kalem sahibinin adıyla Bismillah;

Muhabbet, merhamet, şefkat, sevgi, güven, sadakat, vefa, anlayış…

İnsanoğlunun kadim duygularından ve kadim arayışlarından…

İnsanı yaratıp kalbi onun içine yerleştirip orada gönül hanesi var edip buradan insan ile muhatap olmuş Yaratan ile yaratılan var. Yaratıcı ve yaratılan arasında en güçlü bağ buradadır. Alemlere rahmet gönderdiği Resulullah aleyhisselatü vesselam ve nice peygamberlerde vahyin muhatabı gönül hanesinin yer edindiği kalp olmuştur. O kadar ehemmiyetlidir ki burası; burayı korumak, temizlemek, canlı tutmak gerekir. Yunus Emre dizelerindeki kıymetini şöyle dile getirir: Gönül Çalab’ın tahtı, Çalab gönüle baktı, İki cihan bedbahtı, Kim gönül yıkar ise…

Yine Efendimiz aleyhisselatü vesselam kutsi bir hadis-i şerifte: “Ben yerlere göklere sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.” Buyurmuştur.

Kalp yaratılış yönüyle iki yönlü olup bir yönüyle vücudun maddi ihtiyacına yönelik en temel görevleri üstlenirken, diğer yönüyle insanın ruhunun da, manevi sezgileri ve değerlerinin de merkezi olmuştur. Bu yönüyle aynı organ işlev çeşitliliği ile bedenin evi kalp, ruhun evi gönül ismini almıştır.

Bu işlev çeşitliliği ile kıymeti hem bedene hem ruha açılması sebebiyle insanoğlu için hep kıymet arz etmiştir ve insan hep bu kıymeti bilme heyecanı, arzusuyla kalbe yönelmiştir.

Kalbe yönelen insan ruhuna yönelmiştir. Her an belirli ritimde tekrarlayan bir zikri vardır. Bu atım ile kalp olma vechiyle hem organlara kan ulaşmasını sağlar, dokuları besler, hücrelerin canlılığı korunur hem de ruhun derinliklerine Allah lafzı ile yayılıp ruhu beslemektedir. Tıpta kalp atımının Latince bir ismi vardır: Lap Dap. Birçok nedenden bu isim verilmiş olabilir ses benzerliği vs ama bu sesin daha anlamlı bir hakikat içerdiğine inanıyorum. Bir zamanlar bir hocam kalbin Allah esmasıyla attığını söylemişti ve kalbin Allah’ın teveccüh noktası kalp olduğuna göre oraya teveccüh edince o kalbin O’ndan gafil olamayacağına, hep Allah diye atacağına inanıyorum. Tıpkı Araf Suresi 143. Ayette Rabbimizin Musa aleyhisselam ile olan kıssasında Musa Aleyhisselam’ın Allah’ı görmek istemesi üzerine Allah’ın kendisini görmesinin mümkün olmadığını ancak dağa tecelli edeceğini eğer dağın yerinde durabilirse görebileceğini söyler ama tecelli edince dağ paramparça olur. İşte dağın paramparça olması gibi Allah’tan gayrı bir şey olmaması gibi kalpte Allah’ın insan ile muhatap alanı olduğu için Allah’tan gayrı bir oluş taşıyamaz. O’nunla O’nun için O’nun esmasıyla atar. İnsan kaynağın sesini bilmek ve o kaynağın hali ile hallenecek fıtratını, özünü bilmek oraya gelen hitaba muhatap olup, muhatap olmanın hakkını verebilmek gayesi ile yol almalıdır. Efendimiz asm bir hadis şerifinde şöyle buyurur: “Her şeyin bir kalbi vardır. Kur’an’ın kalbi Yâsin’dir. ” şeklinde devam eden. Kalbini diri tutmak isteyen, kalbe gelen hitabın kalbini okuyarak kalbi diri tutmalıdır. Kalbin insanın beden ve ruhunda yani dünya ve ahiret yolculuğunda merkez olduğu, kalbin sağlam olursa insanın da öyle olacağı hadislerde vurgulanır ve kalp üzerine ehemmiyet verilir. Pek çok tasavvuf ehli de kalbe yönelmiş. Allah’ın nazargâhı olan bu halin muhatabı olmaya çalışmış ve pek çok sırra, muhabbete erebilme nasibiyle gönülleri şâd olmuştur. Kalp bir nazargâh ise oraya hitap eden Yaratıcı olan Allah ile muhatap yaratılan insan arasında muhabbet kurulmuştur. Muhabbet kelimesi Arapça olup hubb yani sevmek kökünden gelir. Allah vahyini sevginin membaı  gönül evinden, muhabbet diyarından Resul’üne (aleyhisselatü vesselam) sunmuş ve tüm yarattığı kulları ile buradan bağ kurmuş. Kur’an’ı Kerim’i her okuyuşumuzda, dualarımızla, göz yaşlarımızla gönlümüzün diyarından okur, konuşur, yaşlar akıtırız. Hal böyleyken insan diğer yaratılanlarla gönül hanesi üzerinden iletişime geçiyor. Ağızdan çıkan kelam çıktığı kalbin rayihasını, rengini, izini, iklimini taşır. Evvela muhatabın kulaklarına nüfuz eder sonra kalbe süzülür. Ama kalbe inen her kelam herkeste aynı tesirde bulunmaz ancak benzer iklimlerin gönülleri benzer iklimden gelen kelamları tanır ve orada muhabbet oluşur. O nedenle aynı kelam kimi insanda muhabbet olur taşar, gönüllerden gözlere ışır kimisinden ise sadece kulaktan zihnin boşluklarında gezinir ve izleri giderek silikleşir. Velhasıl kalbin muhatabı yine bir başka kalptir ve muhabbet kalbin dili oluverir. Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş belki de o sırra erenlerdendi ve demişti: “Gönülden gönüle bir yol var, gözünen görünmez…”

  

Kalbin sırrıdır ki gönül görmeden de sevebilir. Onun sevmesi için gözlerin görmesi gerekmez. Onun görmesi göz ile değil sezgi iledir, his iledir. Kelamların kalbine süzüldüğünde kalbine tesiri ile görür. Tıpkı Allah’a (azze ve celle) Resulullah’a (aleyhisselatü vesselam) ve tüm o güzide yolun yolcusu olan muhabbet ehline duyduğu gibi… Denilir ki Muhabbetten hasıl oldu Muhammed, Muhammed’siz Muhabbetten ne hasıl…

 

İnsanın en kadim arayışlarından olan muhabbet yine en kadim değerlerinin yolu üzerindeki bir kuştur. İnsanın kalbi de bu kuşun yuvası oluverir ve insan hep bir yuva arar. Yağmurdan korunacağı, güneşe duracağı, gökyüzünü seyredeceği… Allah’ın emri Peygamberinin sünneti üzere kalbine mukabil bir kalp, gönül diyarını muhabbetli bir yuva eyleyecek bir kuş olur ve arar. Çok sevdiğim bir söz vardır: “Her arayan bulamaz ama bulanlar arayanlardır.” Allah belkide bu gayreti görmek ister. Kimi zaman duada kimi zaman yaşamda. Nasip etmek O’nun kudretindedir. En mühim konulardan biri de  muhabbetin şükrünü ve kıymetini bilmek. Kıymeti bilinmeyen her şeyin bir de zevali vardır. Şükür nimeti arttırır ve her nimetin şükrü kendi nev’inden olup şükürde de sabırda da dünya yolculuğundan gönül hanesine hep muhabbet devşirebilsin.

 Muhabbetle, Muhabbetli kalın Vesselam..

GAYE-İ HAYAL
04-07-2023

Şehrin hızından, sesinden, ruhundan sıyrılıp iç alemimizi yoklayacak sessizlikteki mekânlar bizlere soluk oluyor âdeta.Bu nedenle herkesin sessizlik ile muhabbet kurduğu bir Hira'sı olmalı. Oraya çekilip manaların izini sürmeli. Hangi coğrafyada, hangi beldede, hangi toprağın üzerinde olursak olalım bir Hira edinebiliriz.

Coğrafyalarımız kaderlerimizin bir parçası. İçinde bir dünya taşıyan insan her gün an be an yeni hikayelerde buluyor kendini. Heybesine an'ı taşıyor, anılarım diye çoğaltıyor. Bu an'ların bizlere anlattığı hakikatlere düşünce yolculuğu ile yol alabiliyoruz. Velhasıl dünyalarımızda tefekkür kapısının aralığını arttırdığımızda ve yaş aldıkça derin mânâlar bizlere selâm ediyor.  Bazen kedilerin mırıltısında, tebessümün sıcaklığında, muhabbette, bir dost yâdında, kitap kokusunda...Bu kadar farklı kavramda ortak bir duygunun oluşması mutluluğun algısı ile alakadardır kanısındayım. Benim dünyamda mutluluk: Hayata yüklediğimiz anlam ve elinde olanlarla anlamlı bir hayat geçirebilmekten oluşuyor. Bu düstur ise bizleri şükür yoluna ulaştırıyor. Şükür ki Rabbi bilmek, sevmek, nimetin kıymetinin insandaki izharı.

 

Mutluluk hissi maddeye verildiğinde, yahut maddenin perdesi kaldırılıp ardındaki saklı güzelliği görmedikçe sadece anlık oluverir.  Perdenin ardındaki güzellikler kıymeti artıran parıltılar olduğundan bu parıltılar görülmediği takdirde bir süre sonra madde çer çöp nazarında olur ve sürekli tüketim açlığı oluşturur. Sürekli tüketim ile madden dolu insan manen boşluktadır. Oysa hisler ruhun derinliklerinde yaşar, ruh madden ile değil maneviyen beslenme ihtiyacındadır. Sade yaşam nebevi ahlâktır. Nebevî ahlâkta vermek sanattır, almak değil. Madden azalma ile ilgimizi dağıtan eşya yok olacak bu boşluk manen dolum yaşama noktamıza ilgimizi arttıracaktır. Unutmayalım: Az çoktur!

 

Gayemiz madde olduğunda sonlu bir gerçek ile karşılaşacağız. Gayemiz maddenin ardındaki amaç olduğunda madde sadece araç niteliğinde olacaktır ve sonsuz bir hakikate ulaştıracaktır. Bu noktada çözüm itidal üzere hareket etmektir.

 

Gaye, farklı coğrafyalarda bulunsakta hayatta bizleri ortak kılan bir payda. Nasibimizdeki payede, ekildiğimiz toprakta neler yapabilirim, benim bu topraklardaki muradım nedir? Düsturu ile yeşerebilmek adına güneşe yol almak, gayrete koyulmak.

İnsanın gökyüzüne uçurduğu balonları hayaller ise bu hayallerin tüm iplerinin bir insanın elinde birleştiği nokta gayesi oluyor. Gaye hayallerin içine saklandığı bir kutu yahut, gaye tüm hayallerin birleştiği bir umut hali..

Peki, yaşadığımız coğrafyanın kıymetini bilip gaye ile ufka yelken açanlardan mı, yoksa gayesizliğin savurduğu sokaklarda mı uçuyoruz?

Rabbim bizlere gaye üzere istikrar ve istikamet nasip eylesin.

ÖNCEKİ YAZILARI
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?