USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

2x2=5 eder..

28-04-2024

Aslında ben, hiçbir şeyken her şey olabilmenin ispatı olarak çok şeyim. Belki de ben sizim ya da siz, siz olduğunuz kadar ben sizim. O halde siz siz olun bensiz olmayın. Of ne diyorum ben? Ne de saçma şeyler çıkıyor ağzımdan ama merak etmeyin toparlayacağım ve kim olduğunuzu söyleyeceğim size. Belki beni sevmeyeceksiniz ama sevseniz de sevmeseniz de gittiğiniz yerde olacağım. Benden kurtulamayacaksınız çünkü kendinizden vazgeçemeyeceksiniz. Felsefe yapmak için okuryazar olmak gerek ama siz şimdi dersiniz ki bir sürü diplomam var. Evet, benim de var ama kâğıtlar düşünemez ki ifade etsin. Hem öyle hayatlar var ki anneler çocuklarını dünyaya bırakıp kaçıyorlar.

Ne kadar da kalabalıksınız böyle. Siz beni hiç fark etmiyorsunuz ama işçi olarak çalıştığım metal iş sanayi sitesindeki bu fabrikanın yanındaki yeşil bankta dinlenme zamanımı hep size bakarak geçiririm. Hem saklanır hem görünmek isterim size. İçinizden birilerini ararım hep. Beni ihbar eden kişiyi belki; belki de hayatımı karartan kişileri. Belki geçmişimde davasını kazandığım ya da mahkûm ettiğim kişisinizdir. Ama hepiniz de içimden birisiniz mutlaka. Ben de tanımasanız da sizin doğurduğunuz, emzirdiğiniz, aç bıraktığınız, saygı duyduğunuz ya da sevdiğiniz kişiyim işte.   

**

Gürün’ün bir köyünde kalabalık bir ailede doğdum. Küçüklüğümde babam ve amcalarımdan İskenderun ve Adana’daki gurbetlik hikâyelerini; annem, halalarım ve teyzelerimden al karısı masallarını dinledim. Birinde açlık ve yoksulluğun kol gezdiği, diğerinde korkunun ruhumuza sindiği buhranlı olaylardan başka bir şey yoktu.

Büyüklerimiz bizi severken küfretmeyi, akranlarımızı dövmeyi, gelincik ve kurbağalar gibi zavallı hayvanları işkenceyle öldürmeyi öğretti. Akranlarımla en eğlenceli etkinliklerimiz sevmediğimiz kişilerin ineklerini göle sürüp hayvanı saatlerce taşlamak, arı sepetlerini ırmağa basmak, bostanlara girip üç beş tane sebze yedikten sonra kalanları köküyle sökmek, bahçe damlarındaki cevizleri çalmak, Tohma’dan bahçelere su çeken su motorlarını taşlamaktı.

***

Köydeyken eğlenmediğimiz gün olmazdı. Bir keresinde küçük Abbas emminin damında serili dut pekmezleri ve pestilleri gözümüze kestirmiştik. Cahit ve Atilla elebaşlarımızdı. Onların önderliğinde karanlık çökünce dama çıktık. Temiz bezlere yapışık pestilden büyük bir tanesini aldık. Sıra pekmezlere gelmişti. Hepimiz sini ve tabaklarda serili pekmezlerden içmek için yere uzandık. Pekmezler tutma aşamasına geldiğinden bazılarımız yalıyorduk. Bana düşen kap biraz derin olduğu için güneşte pişen güzelim pekmezi doya doya içmeye başlamıştım. Ali’nin kafamı bastırmasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Herkesin gülme krizleri içinde nefessiz kaldım. Gözlerimi açamıyordum. Üstüm başım pekmez olmuştu. Gürültüye uyanan ev sahibinden kaçmak için herkes kendini damdan attı. Irmağa yetiştiğimizde Ömer’in benden daha şanssız olduğunu görerek bu sefer de hepimiz ona gülmeye başladık. O, yerde yığılı basmanın[1] taze kısmına düşmüştü.

**

Kaderim bana henüz ilkokuldayken bir ödül bir de ceza verdi. Ve tüm hayatım orada belirginleşti. Arkadaşlarımın hemen hepsi çok tembelken ben herkesten farklıydım. Okuduğum her şeyi bir seferde anlıyor ve unutmuyordum. Öğretmenimiz dersleri yalnız benimle işliyor, benden başka kimseden bir şey beklemiyordu.

Cezanın ne olduğunu merak ettiniz değil mi? Bunun acısını ne siz yaşayın ne de başkası.. Ortaokula yeni geçmiştim ki en küçük kardeşimin doğumunda annem öldü. Kardeşimin adını Garip koydular. Annesizlikten daha büyük acı varsa o da sizden küçük kardeşinizin olmasıdır. Benim tam beş tane kardeşim vardı. Hadi oğlanları kurt kuş da besler ama anasız kızları kimler besler bilir misiniz? Hiç bilmeyin. Öksüz bacılarım beni baba yaparken babamız çoktan başkasının olmuştu. Ben altın, gümüş, elmas bacılarımı kimden koruyacaktım? Koruyamadım, kaçtım.

Dayım beni, babamın kötü işlere girip, bırakın eve para getirmeyi, bize bakmayı bile unuttuğu, hatta insanlığını kaybettiği bu büyük şehre okumaya götürdü. Dayı da olsa anam ölmüştü bir kere. Öte yandan harmanlıktaki karınca sürülerini andıran kalabalık okulda öğretmenlerimin beni fark etmesi çok zaman almadı. Burada da çok sevdiler beni. Gençlik bayramının 65. yıl dönümünde henüz 14 yaşında lise bir öğrencisiyken beni Tevfik Sırrı Gür stadında kürsüye çıkarıp şiir okuttular.

*

Üniversite sınavında hiç zorlanmadan ülkenin en iyi hukuk fakültesini kazandım. Kardeşlerim, köyüm, arkadaşlarım yüreğimin sancısıydı. Acıları ve hasretleri uyumamı, yememi, gezmemi engelliyordu.

Mersin’de dayımın evinde kalıyordum ama İstanbul’da tanıdığım hiç kimse yoktu. Sınavdan yüksek puan alır almaz tanımadığım adamlar dayımı bulup beni okutmak için onu ikna etmeye başlamışlar. Lisedeyken de bazı arkadaşlar beni evlerine sohbete çağırırdı ama öğretmenlerimin korkusundan gidemezdim onlara. Ama ne yalan söyleyeyim çok da merak ederdim. Sonuçta yemek yiyorlar, sohbet ediyorlar ve namaz kılıyorlardı. Ne vardı ki bunda? Ama öğretmenlerimi de kıramazdım. Çünkü hepsinin gözbebeğiydim. Beni kantinde çalıştırırlardı. Her gün orada yemek yer, harçlığımı da çıkartmış olurdum.

*

İstanbul’da dayımın verdiği bir adrese gittim. Burası bir yurttu. İçime sinmese de seçme şansım yoktu. Az bir parayla burada kalıyordum. Okul dışında da söyledikleri işleri yapıyordum. Yazları da köyüme gitmem yasaktı. Ortaokul ve lise öğrencilerine abilik yapıp, onların bu cemaate asker olmalarını sağlıyordum. Çocukların velilerinden olabildiğince himmet topluyor, onların dergi ve gazeteye abone olmalarını sağlıyordum.

Avukat olur olmaz bunlardan kurtulmak istiyordum. Kendi büromu kurana dek birilerinin yanında çalıştım. Zaman içinde İstanbul daha da kalabalıklaştı. Hemşehriler geldi, tanıdıklar çoğaldı.

Tanıdıklardan iş almaya başladım. Param da itibarım da sürekli arttı. Öyle ki köy derneğimizin başına da beni getirdiler. Kardeşlerim, akrabalarım hep yakınımdaydılar artık. Onlarla omuz omuza hayat yeniden güzelleşmeye başladı. Kimsenin işini geri çevirmiyordum. Herkesin bana güvenmesi beni de onlar kadar gururlandırıyordu. Kendi büromda genç avukatları bile çalıştırmaya başladım.

*

Memlekette öyle bir zaman geldi ki mutluluk da başarı da yurdunda kaldığım cemaatin iradesine geçti. Onlar istemeden kimse yükselemiyor, bir yerlere gelemiyordu. Ama ben hep yükselmiştim. Tanrının bana verdiği zekâ ödülü bir yandan kaderin ayağıma taktığı öksüzlük prangası diğer yandan beni çalışmaya ve başarıya sevk etmişti.

Ya hayallerimden vazgeçip onurumla ve ailemle mutlu olma yoluna girecek yahut yükselmeye devam edecektim. Onlar beni çağırıyorlar ve çok şey vadediyorlardı. Hemen hâkim olacak belirlenen bir tarihte de vali olacaktım. İşte o zaman da kaderin karşısına çıkacak hesaplaşacaktım. Tüm kötülüklerden daha güçlüyüm, diyecektim.

Bir yerde evet demek her şeye gözlerini ve kulaklarını kapatmayı gerektiriyor. “Cahillik, mutluluktur” diyorsun ve sana söylendiği gibi hesaplar yapmaya başlıyorsun. Evet, dedikten sonra bir amelenin gün boyunca yorulduğu kadar yoruluyorsun ve eve gelip banyo yaptığında rahatlıyorsun. Yüksek meblağlı işler, büyük davalar, siyaset, iktidar kavgaları..

Evet, insanlar beni yine seviyor. Akdeniz’i andıran gözlerim, beyaz yüzüm hâlâ herkese güven veriyor. Ya ben huzurlu muyum? Evet, huzurlu olmam gerekiyorsa huzurluyum. 2x2=5 eder, diyorum. Vali olursam tüm öksüzlerin babası olacağım. Annesi ölen hiçbir çocuğun adı Garip olmayacak. Kız çocuklarının başı öne eğilmeyecek. 

*

Vali olamadım, öksüz çocukların babası olamadığım gibi kendi çocuklarım da uzun süre babasız kaldılar. İzin için gittiğim İstanbul’da bir gece tüm ülke gibi ben de bomba seslerine, acı sirenlere, alçaktan uçan uçaklara uyandım. Sokaklar insan seliydi. Bir yandan tanklar, zırhlı araçlar, diğer yandan kime neden saldıracağını bilmeyen azgın kalabalıklar. Kim kime karşıydı o gece? Bu gün bile anlamış değilim. Ama atılan her kurşun bana geliyormuş gibi hissettim o gece. Annemin gözleri hiç gitmedi gözlerimden. Köyün en sevilen kadınıydı. Komşular ona ekmek yaptırmak isterlerdi. O da sac ekmeğini elleriyle açar herkesinkinden iki kat büyük yapardı. Köyün içinde İstanbullu bir gelin gibiydi. Annem o gece de beni bağrına basamadı…     

Hapisteyken kaderimle yeniden yüzleştim ve anladım ki hesaplaşmak için insanın iradesiyle büyümesi gerekli. Ve adalet ancak hür iradelerin hukukla sağlayabileceği bir terazidir. İradesi mahkûm olanın benliği de kişiliği de olmaz. İnsanların yazdıkları yasalar ya da yaptıkları devrimler, darbeler bir dünya kurgular elbette. Ancak ne kadar güçlü olsalar da Tanrının zaman denen yasası, hepsini tersyüz eder de kimin daha güçlü olduğunu gösterir. O zaman irade denilen güç, doğaya saygılı olmak ve onun yasalarıyla yaşamaya çalışmaktır.

***

Şimdi ekmek parası için kardeşimin iş yerinde çalışıyorum. Hiç tahmin etmediğim işleri yapıyorum. Çocukluğumda her sabah eşekle ya da yaya olarak köyden on kilometre uzaktaki bahçemize gider orada kayısı, ceviz, elma ağaçlarının, bostanın bakımını yapar yorulunca bir ardıcın altında vadiyi izlerken yorgunluğun huzurunu duyardım. En tepeden vadi boyunca köye ve Gürün-Kangala gidip gelen arabaları izlerdim. Şimdi de bir fabrika işçisi olarak dinlenme saatlerinde kendimi kalabalıkları izleyen banklara atıp zamanın kargaşasını gözlemliyorum. Ve diyorum ki 2x2nin 4 olmasının ne önemi var artık irade olmadıktan sonra..

h.t.02.03.2023.



[1] Basma: gübre yığını.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Fatma Nur Yıldız
Fatma Nur Yıldız 2 hafta önce
2x2 nin bazen 10 ettiğini bile gördüğüm olmuştur. Sonuç olarak çarpmanın şiddeti arttıkça parçalanmalar daha fazla olur , tıpkı hikayenizdeki gibi hocam .