USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Cılk Yumurta

06-03-2024

Ellisini geçmiş ihtiyar bir delikanlı olarak Ali, donuklaşmış bakışlarını alabildiğine düz arazilerden oluşan Kangal’ın patates tarlalarına dikti. Önceleri bu tarlaların hemen tamamına buğday ekilirdi. Son yıllarda bilinçsiz gübre ve ilaç kullanımından çoraklaşmış Niğde’de patates ekimi yasaklanınca üreticiler de vakit kaybetmeden postu buraya serdiler. Kangal kısa sürede Niğde oluverdi. Baharla birlikte üreticiler buraya geliyor, tarım aletleriyle binlerce dönümlük arazilere patates ekiyorlar. Yaz boyunca ilaç, gübre ve su banyosu yapan patatesler, son baharda sökülüp götürülüyor.

Üreticiler elde ettikleri paraları da kısa sürede yine kendileri gibi seyyar kurulan eğlence mekânlarında yiyip tüketiyorlar. Kış ayları geldiğinde çoğu üretici evlerine beş parasız dönüyor. Baharla birlikte yeni yüzler gelerek aynı işleri tekrar yapıyorlar.

Ali, son yıllarda tekrar eden bu döngünün ne kadar da sıradan olduğunu düşünmüyor bile. O, bu sistemin içinde değişmeyen şeylerden biri. Üretici ve işçilerin müdavimi olduğu eğlence mekânlarının birinde garson olarak çalışıyor. Mekâna gelenler de hep aynı kişiler. Yenilip içilenler, dinlenen müzik her şey aynı. Ali bu sistemden şikâyetçi değil.

Büyük ve yüksek bir arazide konuşlanan Kangal, bilinçsiz göçün oluşturduğu kalabalıkla hiçbir zaman kendi kültürünü kurmaya ve korumaya vakit bulamamış bir kasaba. Kars ve Erzurum gibi yerlerden bile çok sayıda göç almış olan bu yere kent ya da şehir diyebilmek için bu iki olgunun sözlük anlamını değiştirmek gerekli. Ancak şu da var ki Kangal her zaman horlanan bir ana gibi olagelmiş.

Sonsuz arazilerine ne tohumu ekilse herkesi hayrette bırakacak kadar verimli olan bu topraklar, karnını doyurduğunun sırtını çevirdiği bir ana gibidir.

*

Ali çocukluğunu geçirdiği Gürbay köyünden ilk gençliğinde aldığı aşk yarasıyla ağır yaralanınca soluğu İstanbul’da aldı. Pek çok ayrı işte çalıştıktan sonra gönül yarasının nesnesinin çekim gücüyle İzmir’e gitti. Yıllarca burada da kaldıktan sonra kalbiyle aklını uyuşturamayınca çaresizlik onu tepkisizleştirdi. Artık hiçbir şeyi umursamamaya başlayınca kardeşinin de çağırmasıyla buraya geldi. Ne çiftçilerin yağmur duası ne olan ya da olmayan buğday ne de tarlasını Niğdelilere icara verip elini eteğini toprağından çeken tarla sahipleri umurunda değildi artık. Hatta kırk sene her nabzını her nefesini adadığı Safiye’si de karşısına çıksa şimdi görmeyecekti.

O şimdiye dek ne aşkın aritmetiğini düşünmüş ne de böyle bir sonun muhasebesini yapmıştı. Yalnızca çok sevmişti. Safiye’ye olan sevgisi öyle güzelleştirmişti ki kendisini; bu coşkunun içinde hiçbir canlı ya da cansız varlığa olumsuz bakmamayı öğrenmişti. Onun için hayatta kötü diye bir şey yoktu. Herkes her şey güzeldi. Nihayet bu güzellik onun boyuna bosuna, yüzüne de yapışmış erkek güzeli bir delikanlı oluvermişti. Köyde onu sevmeyen hiç kimse yoktu. Zaten sevilmemesi için de bir neden bulunamazdı.

Safiye de hiç abartısız köyün en güzel kızıydı. O kadar da becerikliydi. Bir günde iki dönüm nohut biçer, tam on iki kasa kayısı işlerdi. Onu çalıştıranlar iki yevmiyeden aşağı vermezlerdi. Köyün sığırı gittikten sonra yalnız kendi evlerinin önünü değil tüm sokağı baştan sona çalgılar, sular tertemiz yapardı. Onların bahçesi misafir odası gibiydi. Yaz aylarında dut, elma, armut, kayısı, kiraz gibi meyveler onun ellerinde sanat eserine dönüşürdü. Son baharda ise altın sarısı gazelleri güzelce süpürüp kışlık saçkıya dönüştürürdü.

Hem Ali’nin hem Safiye’nin ana babası da köyün mülayim ailelerindendi. Birbiriyle akraba olan bu ailelerden şikâyet eden de hiç çıkmamıştı. Köylünün sevenleri birbirine yakıştırmalarını onlar da bilir, bundan gocunmak şöyle dursun ağırdan gurur bile duyarlardı. Her iki taraf da sevgili yavrularının geleceklerini yanlarında görüyorlardı.

*

Ancak hangi gavur planı kuruldu bilinmez Safiye’yi komşu köyden birine istediler. Bunu duyan komşular ciddiye bile almadılar belki ama Ali’nin sırtına hançer saplanmış gibi oldu. Arkadaşları Atilla, Ömer, Cahit zavallı Ali’yi alıp bağlara bahçelere götürdüler. Orada teselli etmeye çalıştılarsa da o kızgın boğalar gibi kafasını ağaçlara vuruyor, kendini dağlara atıyordu. Evden kaçıp kaybolunca anası da dert sahibi olmuştu.

Nihayet köylü kara haberi duydu. Safiye’yi komşu köye gelin götüren kalabalık, o güzeller güzeli kızın tabutunu taşıdılar adeta. Gelinin duvarları tırmalaması, babasına saldırması, anasını duvara fırlatması da oğlan evine göre gelin nazıydı.

Ancak köyden bir aile dışında hiç kimse düğünde oynamadı. Misafirleri evine götürmedi. Zurnacı komşuların yüzlerinde halay çekecek ifadeyi göremeyince ağıttan başka hava çalmadı. Gelin alayı sırasında bir çocuk damadın kafasına cılk yumurta isabet ettirdi. Safiye o kalabalıkta çocuğun kim olduğunu araştırdı. Ama gözleri kan çanağıydı.

Söğüdün yaprağı narindir narin
İçerim yanıyor dışarım serin
Zeynep'i bu hafta ettiler gelin

Zeynep'im Zeynep'im allı Zeynep'im
Beş köyün içinde şanlı Zeynep'im

*

Düğünden sonra Ali’yi de Safiye’yi de köyde gören olmadı. Safiye’nin babası önceleri herkesçe çok sevilirken sonradan kötü adam muamelesine maruz kaldı. Kimse ona gerekçe sormadı. O da kimseye bir şey söylemedi. Kimisi para aldı, kimisi büyü yapıldı dedi.

Ali yıllar sonra derbeder bir halde İstanbul’da görüldü. Arkadaşları onu banyo yaptırdı. Bir süre yanlarından ayırmadılar onu. O ise büyük bir sessizliğe bürünmüştü. Adeta kendisini karanlığa gömmüştü. Bir süre sonra normale yakın bir hayatı oldu. Kim görse ona yardımcı olmak istiyordu. O ise iletişimden kaçınıyor, kimseyle fazla zaman geçirmek istemiyordu. Yalnız zaman zaman arkadaşlarına duygulu gözlerle bakıyor sonra da gözyaşlarına hâkim olamıyordu. İzmir macerası da benzer şekilde geçtikten sonra şimdi Kangal’da tamamen donuklaşmış bir adam olarak bulunuyordu. Yıllarca her bir gece, her bir gündüz ona neler neler yaşatmıştı bunu kimse bilmiyordu ama onu tanıyan herkesin huzuru kaçmıştı. Kimsenin aşka inancı kalmamıştı.

*

Ali, eğlence yerinin kapısından Deliktaş tarafına bakarken güneş yavaş yavaş etkisini kaybediyor, doğanın gizemli sesi daha çok beliriyordu. O, günün belli zamanlarında Sivas tarafındaki köyünde yatmakta olan Ruhsati Baba’nın sesine kulak verircesine gözlerini o taraftan alamazdı. Belki de bu yüzden burayı tercih etmişti. Ozanın öyküsü ve söyledikleri bu toprakların öyküsü olduğu gibi kendini de anlatıyordu.

Mevlam kanat vermiş uçamıyorsun
Bu nefsin elinden kaçamıyorsun,
Ruhsati dünyadan geçemiyorsun
Topraklar başına vay deli gönül

Ali’nin çalıştığı yerin müşterileri hızlı ve kaçamak adımlarla ortama sızmaya çalışıyorlardı. Hepsindeki suçluluk duygusu içeri girince dağılıyordu. O gün de Ali, sofralara bakmak için içeri gireceği zaman uzaktan görünen beyaz arabaya dikkat kesildi. Bu arabayı ilk defa görüyordu. Kapının açılmasına dek bekledi. Filmli camlar yavaşça inince yüzüne renk geldi. Hafifçe gülümsedi. Hiç tahmin edemeyeceği bu misafir, çocukluk arkadaşı Ömer’in öğretmen kardeşi Fikret’ti.

Yıllarca unuttuğu sesiyle “hoş geldin koçum” dedi. Birbirlerine sarıldılar. Kısa zamanda Ali’nin tutulmuş dili çözüldü. Konuştu, konuştu. Adeta çocukluğuna dönmüştü. Fikret ayrılırken arabanın bagajından bir şey alıp Ali’ye uzattı. Avuçlarında kirli bir yumurta duruyordu. Gülüştüler.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Bülent Atmaz
Bülent Atmaz 2 ay önce
Hikaye son derece güzel kurgulanmış ve akıcı bir dille yazılmış. Bir solukta okudum. Hikayenin kahramanlarını da merak etmedim değil. Devamını bekliyoruz hocam
hatem türk
hatem türk 2 ay önce
onların en güzelini yazsam üzülür müsün ağabey..
Fatma Nur Yıldız
Fatma Nur Yıldız 2 ay önce
Kesinlikle devamını bekliyor olacağım...
hatem türk
hatem türk 2 hafta önce
haftada on günde bir öykü göndermeye çalışıyorum.. sağ olun..
Bünyamin Kalemli
Bünyamin Kalemli 2 ay önce
Kaleminize ve azminize Allah daha fazla azim nasip etsin hocam....
Ayten Mutlu
Ayten Mutlu 2 ay önce
Kaleminize saglik hocam. Sanki devamı gelecek gibi...Bekliyoruz.
Erdal Koca
Erdal Koca 2 ay önce
Evet yazıyı okudum, devamını da bekliyorum. İlk bölümde satılan patates paralarının seyyar eğlence mekanlarında harcanması, Filistinlilerin yahudilere sattıkları toprakların parasını eğlence mekanlarında yemesini andırıyor. Selamlar hocam