? Mi´rac ? hadisesini, önce ayrıntılı ve doğru anlamalıyız.

Allah’a (C.C.) sevginin, aşkın, sadakatin; mesuliyet duygusunun en yüksek seviyede yaşandığı bir gönül, tefekkür ve şuur ikliminin sahibi. “Ey Habibim, sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.” İlâhi sözünün muhatabı, Peygamberimiz  Hazret-i Muhammed (Aleyhisselâtü Vesselâm).

Hiçbir ayrım yapmadan çevresindeki ve yer yüzündeki bütün insanların derdiyle dertlenen, sıkıntılarına çareler arayan; sadece insanların değil bütün mahlukatın sağlıklı ve huzurlu yaşayabilmesi için gösterilmiş ve gösterilebilecek gayretlerin en büyüğünü gösteren, bu çileli ve çok meşakkatli tebliğ görevini başarıyla tamamlayan Peygamber..

Peygamberlik görevinin ortalarında bir zaman içerisinde, yani 52 yaşında iken, Recep Ayının 27.gecesi, kâinatı/âlemleri  yaratan Allah’ın (C.C.) emri ile, Cebrail Aleyhisselam gelip, Peygamberimiz  Hazret-i Muhammed’i (Aleyhisselâtü Vesselâm) ruh ve ceset bütünlüğü ile, Mekke-i Mükerreme’de Mescid’i Haram’dan, Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya ve oradan Göklere götürdü. (Ayet-i Kerime ile sabittir.)

Bu yükseliş yolculuğunda; Cenneti, Cehenemi ve daha nice sayısız şeyleri görmek; Kürsî, Arşı ve Ruh Âlemlerini geçmek ve bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde  mekânsız, zamansız, cihetsiz ve sıfatsız olarak Allah’ı (C.C.) görmek; hiçbir mahlûkun bilemeyeceği, anlayamayacağı nimetlere kavuşup bir anda Kudüs’e ve oradan da Mekk-i Mükerreme’ye gelmek; bütün bunlar sadece Peygamberimiz  Hazret-i Muhammed’e (Aleyhisselâtü Vesselâm) bahşedildi.  

Şöyle bir düşünelim, tefekkür edelim; bir beşer için, bir insan için;

Cenneti görmek; dünyanın bütün güzelliklerinden ve lezzetlerinden aklımızın almayacağı kadar daha üstününü görmek; Cehennemi görmek; düşünemeyeceğimiz şiddette ateş, irin ve feryatları müşahede etmek; sayısız şeyler görmek;

Kürsî, Arş’ı ve Ruh Âlemlerini geçmek, yani gökleri ve onları içine alan göğün en yüksek katını;  bütün ruhların bulunduğu Ruh Âlemlerini geçmek;

Ve bilinmeyen, anlaşılamayan, anlatılamayan şekilde  mekânsız, zamansız, cihetsiz ve sıfatsız olarak; kudretinin ve azametinin zerresinin bile tesiriyle dağların yerle bir olduğu Allah’ı (C.C.) görmek; hiçbir mahlûkun bilemeyeceği, anlayamayacağı nimetlere (yani bizce, insanı ruhen ve bedenen mutlu edecek meşru her şey olarak bilinenlerin dışında, sınırsız lütuflar, ihsanlar ve daha nicelerine) kavuşmak ve bir anda Kudüs’e ve oradan da Mekke-i Mükerreme’ye gelmek; bütün bunların bir gecede ve kısa bir vetire içerisinde cereyan etmesi;

Bütün bu hadiselere, Peygamberimiz  Hazret-i Muhammed’e (Aleyhisselâtü Vesselâm) ve dolayısıyla Allah’ın dinine inanmayanların, onu yalanlamak kastıyla sordukları bütün sorulara, Kendileri, hiçbir soru cevapsız kalmayacak şekilde, coğrafyaları, mekânları, cisimleri tek tek ve en ince ayrıntısına kadar tarif ederek cevap verdiler. İnananlar Müslüman oldu, mahcup oldular. İnanmayanlar, sevgiden, aşktan, hoşgörüden bihaber olanlar,  kendi mecralarına tekrar dağılıp, inkâra, dedikodu, fitne, bozgunculuk, kibir, kin ve fesatlıklarına devam ettiler ve maalesef bu gün de devam etmekteler.

Mi’rac hadisesi, hem Allah’ın (C.C.) kudret ve azametini, hem de Peygamberimiz  Hazret-i Muhammed’in (Aleyhisselâtü Vesselâm) Rabbimizin katındaki kıymetini ve yerini ve de ne kadar büyük bir kudrete ve desteğe sahip olduğunu göstermesi bakımından biz Müslümanlara ve bütün inananlara bildirilmiş çok sağlam, yaman bir hadisedir.

Peki biz Müslümanlar, inanan insanlar, kimilerinin bilgi çağı dedikleri bu bilgi çağında; bütün bu bildiklerimize, iman ettiklerimize rağmen;  bu Yüce Peygamberin ümmeti olarak birbirimize, eşimize, çocuklarımıza ve bütün insanlara kıymet vermek, kibar ve nezaketli davranmak, hoşgörülü ve âdil olmak, sevmek, sevilmek, saygı duymak; muhtaç ve zor durumda olanlarımızın yardımına koşmak ve emeğimizi esirgememek, birbirimize sahip çıkmak ve destek olmak; mutlu günlerimizde de birlikte olmak ve paylaşmak, maharetli ve kâbiliyetli olanlarımızı tebrik etmek ve onları gıyaplarında methetmek, birliğimizi ve beraberliğimizi her zaman korumak ve geliştirmek gibi, insânî vazifelerimizi mutmain olacak şekilde yerine getiriyor muyuz? Ve bu davranış alışkanlıklarını çocuklarımıza da kazandırmak için, yetecek kadar çabayı gösteriyor muyuz?

Gelin bu mübarek Mi’rac gecesinde; tövbe istiğfar ve ibadet edelim, kendimizi muhakeme edip eksiklerimiz, hatalarımız ve yanlışlarımız varsa düzeltelim, bundan sonrası için kendimize çeki düzen verelim, daha kararlı ve azimli bir hedef tayin edelim. Bu şanı yüce Peygambere hakiki manada ümmet olmaya daha fazla lâyık olalım.

İslam Âlimlerince, bu mübarek Mi’rac gecesinde, “on iki rekât nâfile namaz kılmak, her rekâtında Fâtihâ ile başka bir sûre okuyarak iki rekâtta bir selâm vermek, sonra yüz defa “sübhânallâhi velhamdülillâhi ve lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber demek; bundan sonra, yüz defa istiğfar ederek yüz defa da salât ve selâm okumak, gündüzün de oruçlu bulunmak iyi görülmüştür. Bu durumda, günahla ilgili olmaksızın yapılacak her duanın kabulü, Allah dan umulur.” denilmiştir (Büyük İlmihâl).

Mi’rac kandiliniz mübarek olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi

6 Eylül Tarihli Gazetemiz

06 Eylül 2025 Cumartesi 11:32

7 Ağustos Tarihli Gazete...

07 Ağustos 2025 Perşembe 09:57

6 Ağustos Tarihli Gazete...

06 Ağustos 2025 Çarşamba 10:35

5 Ağustos Tarihli Gazete

05 Ağustos 2025 Salı 10:24

4 Temmuz Tarihli Gazete...

04 Ağustos 2025 Pazartesi 10:16

2 Ağustos tarihli gazetemiz

02 Ağustos 2025 Cumartesi 09:18

1 Ağustos tarihli gazetemiz

01 Ağustos 2025 Cuma 10:16

31 Temmuz Tarihli Gazete...

31 Temmuz 2025 Perşembe 11:07

30 Temmuz Tarihli Gazete

30 Temmuz 2025 Çarşamba 10:05

29 Temmuz Tarihli Gazete

29 Temmuz 2025 Salı 10:11