USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

İNSANLAR ARASINDAKİ EŞİTSİZLİĞİN NEDENİ

11-01-2024

Bu yazıda Jean-Jacques Rousseau’nun insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı adlı kitabını inceleyeceğiz. Kitapta Rousseau’nun bize ne anlatmak istediğini, başlıca diğer kitaplarını ve düşüncelerini ele alacağız. Jean-Jacques Rousseau, başlıca ideolojik Katolik Kilisesi olan dere- beylik ve mutlak krallığı yıkmaya girişilen ve bütün düşünce felsefede, doğa bilimlerinde, tarihte, ahlakta, hukukta vb. yeni bir dünya görüşünü işleyip ortaya çıkarır. Aristokratlar ve büyük burjuvalar halkın yoksulluğu sayesinde bolluk içinde yaşarlar o ise kendisini halk bilir.  Beş kuruşsuz gezerek, halkın esnafın içine girerek kendi gözlemlerini yapan; kendini geliştiren büyük bir düşünürdür. Dijon Akademisi'nin 1749 yılında ortaya attığı insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı konulu yarışma sorusuna Rousseau yazdığı cevap ile birinciliği kazanır ve büyük yankılar uyandırır. Rousseau bu yarışma konusunu düşünmek için Saint- Germain ’de ormana gitmiştir. İnsanlığın ilk çağlarına gitmek istemiş ve eşitsizliğin nasıl ortaya çıktığını doğal ortamında sentezlemek istemiştir. Sonucunda ise ''Durmadan doğadan yakınan çılgınlar, biliniz ki size bütün kötülükler kendinizden geliyor.'' demektedir. Hemcinslerinin birbirlerine fenalıklar yapmalarının onların akıllı varlıklar olduklarından dolayı değil çok duyarlı varlıklar olmalarından ileri geldiğini, bu duyarlılığın hayvanda da olduğunu bunlardan birinin öteki tarafa kötü muamele edilmeme hakkı tanımlanmaktadır, der. Kitapta soy aristokrasisinin yerine para aristokrasisini geçirmenin söz konusu olduğunu, ilerlemenin ancak halk yığınlarının sömürülmesiyle başarılı olacağını söylemektedir. Büyük burjuvaziyle birlik olan küçük burjuvazinin kendisini yok etmeye ve mülksüzleştirmeye yönelik kapitalizmin gelişmesini kabul etmesi için hiçbir neden yoktur. Küçük burjuvazi feodal sömürüden başka hiçbir çıkar sağlamaz yazmaktadır. Rousseau kitabında küçük burjuvaziye ideolojik olarak yol göstermeye çalışmıştır. Dijon akademisi Rousseau’nun eserini beğenir fakat onun davranışlarının bazen söylemleriyle çelişmediğinden, babasız evlatlık bir çocuk olarak büyümesine karşı çocuklarını da yetimhaneye vermiş olması, Kalvinist olarak doğmuş fakat Katolik’e dönmüş ve daha sonra da doğanın mükemmel düzeni ve uyumunun farkına varmasına bağlı Tanrı'nın varlığının kanıtı olarak görmesinden dolayı doğal dini benimsemesi, babası tarafından terk edilmesine rağmen babası hakkında yazdığı yazıdan ötürü onun kararsızlığına karşı kuşku içindedirler. Rousseau seçilmiş insanların erdemli olması gerektiğini, onları seçenlerin ise değerlere bakarak onları seçmesi gerektiğini de vurgulamıştır. İnsanlar kendilerini tanımaya başlamazsa, insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı nasıl bilinebilir? İnsanların iki tür eşitsizlik içinde olduğunu söyleyen Rousseau, bunlardan biri doğa durumundaki eşitsizliğimiz, yani fiziksel gücümüz, zekâmız, saç rengi, boy, kilo gibi şeyler; ikincisi ise uygarlığın gelişmesiyle ortaya çıkan eşitsizlik. İşte bu kısım Rousseau'yu zamanının düşünürlerinden ayıran kısımdır. Çünkü ilk kez bir düşünür uygarlığın gelişimini aslında bir ilerleme olarak görmemiş oluyor ve insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağının bu uygarlaşmada yattığını savunuyor. Rousseau yüksek sınıfların zenginliğinin, alt sınıfların sömürülmesinden ileri geldiğini ve insanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağının doğa kanununa dayalı olmadığını savunuyor. Eşitsizliğin nedenini özel mülkiyette ve yüksek sınıfların zenginliğinde buluyor. Rousseau ileri gidiş için kaba kuvvetin yerini hukukun aldığı, böylece doğanın kanuna boyun eğdiği anı saptamak; güçlünün zayıfa hizmet etmeye ve halkın fikren rahat olmayı gerçek mutluluk pahasına satın almaya hangi mucizeler dizisi ile karar verdiğini meydana çıkarmaktadır demiştir. Yani insanlar doğanın verdiği akıl, zekâ ve güce sahip oldukları halde neden daha da fazlasını ister? Güçlü olan zayıf olanın üzerinde baskı oluşturmuştur ve otoriter bir sistem kurulmuştur. Bilimin ilerlemesine kuşkuyla bakar.  Bütün yurttaşların küçük mülk sahibi olacakları bir sosyal eşitlik düzeni olması gerektiğini düşünmektedir. Tabi böyle bir şeyin önlenmesi imkansızdır. Rousseau'nun kitapta yazan başlıca eserlerinden bahsetmek istiyorum. La Nouvelle Heolise (Yeni Heloise) aristokrasinin kokuşmasına karşı bir burjuva aile erdemi ülküsünü, kadın düşkünlüğü ve şehvet peşinde dolaşmaya karşı daha sağlam ve sıhhatli bir duygu hayatını çıkarır. Üstelik Rousseau, zamanına uygun olarak, daha iyi bir toplum kurmak için bireyi iyileştirmek gerektiğini düşünür ve bu yüzden Emile'i, doğa kanunlarına uygun bir eğitim planını kaleme alır. Birbirini tamamlayan bu üç eser, ulu bir plana bağlı gibi görünür. Fakat Rousseau'nun düşüncesinin içinde bulunan ve temsil ettiği sınıftan ayrılması olanaksız çelişmeler bu üç eserde her zaman belirir. Bir çözümleme, bunları ortaya çıkarmaya yeter; biz ise bu kısa gözden geçirmede, sadece, bu üç büyük eserden her birinin tarih bakımından önemini belirtmek istiyoruz. Le Contrat Social (Toplum Sözleşmesi), bu çok soyut ve çok kuru politik hukuk kitabı, halkın egemenliği ilkesini açıklayan en derin, en yetkin eserdir. Her vatandaş, kendi özgürlüğünü sağlamak için kendi şahsını, halkın istek ve iradesinin ifadesinden başka bir şey olmayan genel isteğin ve iradenin yüksek yönetimi altına koyar. Rousseau, egemen olan genel istek ve iradeyi kanunları yürütmekle görevli olan hükümetten ayırt eder. Birçok konuya değinen toplumsal sözleşme kitabı da en önemli eserlerinden biridir.  Eşitsizliğin gelişimi, kanun ve mülk hakkının oluşumu, idarecilik kurumunun ortaya çıkması ve mantığa dayalı yönetimlerin keyfi güce dönüşmesi olduğunu anlatmaktadır.  İlkel insanlar yerleşik hayata ve tarıma geçmeden önce sadece hayatta kalmak içgüdüsüyle yaşıyorlardı. Bunun için aralarında herhangi bir eşitsizlik yoktu. Zamanla yerleşik hayata ve tarıma geçilmesi ile insanlar arasındaki ilişkiler arttı.  Gelişen insan ilişkileri ile güzellik, değer ve itibar kavramlarının yansıması olarak tercih hissi doğdu. İlkel insanların daha iyi olanı tercih etmesi, iyi olanın kibirlenmesine ve diğerlerini küçümsemesine, kötü olanın ise utanmasına ve kıskançlık duymasına sebep oldu. Tarımın gelişmesi ile zenginlik ortaya çıktı. İnsanlar arasındaki rekabet arttı. Daha fazla mülk elde etmek için çalıp çırpmaya başlanıldı. Güçlülerin altında az mülkleri ile ezilmek istemeyen zayıflar birleşerek sözde eşitliği sağlayacak, günümüze kadar uzanan; insanoğlunu aralıksız çalışmaya, köleliğe ve perişanlığa sürükleyen kanun ve mülkiyet hakkını oluşturdular ve eşitliğin başlamış olduğu söylenmektedir. Eşitsizliğin kaynağının özel mülkiyet olduğu ve bunun bir felakete sebep olacağını görür. Özgürlük onun için en önemli şeylerden biridir. Herkesin kanunları onaylama hakkının bulunması gerektiğini, kurul halinde kamu işleri üzerinde alınacak kararların mahkemelerce, her yıl en dürüst ve güvenilir kişinin seçildiği yüksek görevlilerle halkın birbirine onur verdiği cumhuriyeti doğru bulur.  Kısacası Rousseau’ya göre doğanın kanunu karşısında herkes eşittir. Kimsenin kimseden farkı yoktur. İnsanlar doğuştan saf, masum ve günahsızdır. Çevresel faktörler, hayat şartlarıyla beraber insanın benliğinden uzaklaştığı savındadır. Rousseau’ya göre doğallık, sezgisellik, öznellik, erdem, eşitlik, özgürlük ve ahlak ilkelerine bağlı bir filozofun yazmış olduğu bu kitap herkesin bakış açısına bir pozitiflik katabileceği kanaatindeyim.

 

Kaynakça:

İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı/ Jean-Jacques Rousseau

Çeviren: R. Nuri İleri   10.Baskı: SAY Yayınları, İstanbul 2009

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
Mahmut Farımaz
Mahmut Farımaz 11 ay önce
Emeğine sağlık.. Lütfen devam et..
Seli Tuztaş
Seli Tuztaş 11 ay önce
Çok güzel akıcı bi yazı olmuş tebrik ederim
BEYAZ LOTUS
BEYAZ LOTUS 11 ay önce
BAŞARILI BİR YAZI