
VAHDET-İ VÜCUT DİNİ!
Yakup Fas’ından örnekler: Bu Fas, “Din” kelimesinin çeşitli anlamlarından ve onun “İslam”, “İnkıyat” (Boyun eğme), “Ceza”, “Adet” gibi kelimelerin anlam ve ilişkisinden bahseder. İbnü-l Arabi, bunlarla benimsemiş olduğu dinin anlamını sağlam bir şekilde birbirine bağlayarak bu lafızların anlamlarını kendi yöntemleri ile açıklamaktadır. Böylece amacına ulaşmaktadır. Bu amaç, Peygamberlerin getirmiş olduğu din değil, Vahdet-i Vücut dinidir.
Allah-ü Teâlâ Kur’an-ı kerimin de, “Din İslam’dır” ve “Muhakkak Müslüman olarak ölünüz” buyurmaktadır. Bu ayetlerin anlamlarından yola çıkarak, İbnü-l Arabi, şu tespiti yapar: “İslam, inkıyat-(boyun eğme) demektir. O halde dinin anlamı boyun eğmektir. Bu da kulun amelidir. Allah katında ise kulun boyun eğdiği şeriattır.”
O halde bu anlama göre bütün dinler eşittir. Çünkü boyun eğmekten ibaret olan bu genel anlamda bütün dinlerin ortak yönü hepsinde amelin olmasıdır. Bunun için İ. Arabi şöyle “Kul inşa ededir, Hak hükümleri koyandır.
İbnü-l Arabi, katı bir Cebriyecidir. Bu anlayışlarıyla dinin anlamını ortadan kaldırmakla kalmaz ayrıca sevap, ceza ve başka şeyleri de ortadan kaldırır. Bunların ortaya koymuş oldukları şeriat, bilinen nebevi yöntemin dışındadır. Yani Peygamberlerin getirdiğinden başka şeydir. Mesela bütün sene oruç tutmak, (Dehri orucu) az yemek, halvet, çokça zikretmek, insanlara karışmamak ve başka şeylerdir.
Dini anlamıyla “ceza” İbnü-l Arabi’nin sözlüğünde bulunmaz. Ne kulun amelini ve hakkını gözeterek ceza veren cezalandırıcı vardır, ne de amelinin karşılığında kendisine ceza verilen vardır.
İbnü-l Arabi, her insanın ilahi iradeye itaat ettiğini düşünür. Çünkü herkes ilahi iradeye uyumlu olan şeyleri yapmaya mecburdur. Buna göre Firavun ve bütün günahkâr kulların küfrü, Allah’ın iradesiyle ve ezeldeki bilgisiyle uyumludur.
Hud Fas’ından örnekler: Halk sana boyun eğdiğinde, Hak sana boyun eğmiştir. Ve eğer Hak sana itaat ederse, bazen halk sana itaat ve inkıyat etmez. Şimdi sen nefsü-l emirde sözümü tahkik et, çünkü benim sözüm Haktır.
Varlıkta hiç bir şey yoktur ki, onun nutuk sahibi (Konuşan) olduğunu görmeyesin. Gözünün gördüğü her mahlûkun, hakikati ve zatı Hak’tır. (Kısacası görülen her şey, Allah’ın kendisidir. Diyor.)
İbn-l Arabi’nin cennet ve cehennemi cüz’i nefsin bedenden ayrıldıktan sonra bulunacağı halden ibarettir. Cüz’i nefsin mutluluk ve bedbahtlığı, Allah’ın varlıkta ki zatı birliği bilmesiyle oluşur. Bu birliği hakkiyle bilen en büyük nimeti elde ederken, bunu bilmeyen kişi, varlığın sırrını, hakikatini, kaynağını ve sonunu bilemez. Onun payı da bedbahtlık ve azaptır. Perdenin yani cehaletin ortadan kalkmasıyla sona erer. Hakikat ortaya çıktığında, cehennem ehlinin azabı ortadan kalkar ve onun yerini ebedi nimet alır. Bu nimet ya cehaletleri esnasında tatmış oldukları elemin ortadan kalkmasıyla ya da cennettekilerin cennetteki nimetleri gibi bağımsız başka nimetleri hissetmeleri ile gerçekleşen kendilerine özgü bir nimettir.
Şuayip Fas’sından örnekler:
İnsanlar ilah hakkında inançlar ortaya koydular. Ben onların inandıklarının hepsine inandım.
İbn-ül Arabi, Allah, Meryem oğlu İsa’dır diye inanan Hristiyanları tekfir etmiştir. Çünkü onlar, Allah’ın diğer varlıklar değil de sadece Hz. İsa olduğunu kastetmişlerdir.
İbnü-l Arabi’ye göre bütün hakikatlerin hakikati, Vahdet-i Vücut’tur. Hakk, sabit olan varlığı irade eder veya Hakk’ın hiçbir şekilde iradesi yoktur. Evet, Hakk kulu için küfrü takdir edip sonra onu sonra onu iman ile sorumlu tutmaz. Aksi halde bu zulmün ta kendisi olurdu. Fakat Hakk kuluna hiçbir şeyi farz kılmamıştır, Kul’a küfrü kendi “Ayn-ı Sabite”si ya da varlığının tabiatı gerekli kılmıştır. Eğer ortada zulüm varsa, kul kendisine zulmetmektedir.
Muhiddin-i Arabi’nin çarpık fikirlerinden birisi de şudur: Her hangi bir Resulün velayet yönü Risalet veya Nebilik yönünden daha üstündür. Yani bir tek şahısta birleşmiş olan Veli, Nebi ve Resul’den üstündür.
Şairin bu sözü çok doğruymuş, Allah dostu “Veli” olmayan Nebi ve Resul de varmış gibi cümlesini şöyle tamamlıyor: Bazılarının yanlış anladığı gibi mutlak anlamda veli, Resul ve Nebi’den üstün değildir.
İbnü-l Arabi’ye göre İslam’ı velayetin en büyük özellikleri, Allah’ta fani olmak, Hakk ve Halk arasında ki zatı birliği idrak etmektir. (Yani Vahdet-i Vücuda inanmaktır.) Ona göre Nübüvvet ve Risalet, velayetin özel rütbeleridir.
Bu yazıları şerhettiği Füsusu-l Hikem kitabından istifade ederek yazdığım Mısırlı âlim Afifi de bu kadar saçmalığı görünce şu açıklamayı yapma gereği duymuştur. “Kur’an, Allah’ın bütün canlılara hayatı bahşeden olduğunu ifade etse de, âlemdeki varlıkların suretlerinin kendisinde taayyün ettiği genel bir Ruhi cevherden bahsetmemiştir. Bunun için İbn Arabi’nin bu bağlamda ifade ettiği düşüncelerinin Kur’an’ın dışında ki bir kaynakta aramamız gerekir” demektedir
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.