Yaşadığımız Yer

İnsanın birebir ilişkisinin olduğu, etkisinde kaldığı mekânlardan birisi hiç şüphesiz ki memleketidir, şehridir. Yaşanılan mekân insan hayatında derin izler ve etkiler bırakan olgulardan birisi olma özelliğini her zaman korumuş, her zaman güncel tutmuştur. Şehir, düşündüklerimizin ve yaptıklarımızın şekillenmesinde ve renklenmesinde, insan hayatının geleceğini ve yaşanılan anını etkileme noktasında hep önde ve hep öncü olmuştur.
Şehrimiz sılamızdır aslında… Kültürel kimliğimizin şekillenmesinde, kişiliğimizin oluşmasında ilk bilgilerin, ilk verilerin, temiz ve saf beyinlerimize yerleştiği yerdir. Atalarımızın yaşayarak bir toplum kültürü oluşturduğu, bu toplumsal kültürün içerisinde, birer birey olarak, her birimizin kişilik ve kimliğinin ilk şekillerini aldığı, kültürümüzün temel ilkelerin, kimliklerimizde ilk kriterlerini oluşturduğu yerdir.
Şehrimiz ilk göz ağrımızdır. Gözümüzü açtığımızda gördüğümüz, suyunu içip, havasını teneffüs ettiğimiz yerlerdir. Doğumumuzun ve ölümüzün, düğünümüzün ve eğlencemizin üzerinde olmasını dilediğimiz, kendimizden bir parça gibi görüp, bir parça gibi hissettiğimiz, daha doğrusu bizi bizle paylaştığımız ve bu nedenle de hep birlikte kalmayı arzuladığımız yerdir.
Sılalar bize ait olan yerdir, bizim yerimizdir. Etimiz, kemiğimiz gibi bizden olandır, bizim olandır. Her bir köşesinin, acı ya da tatlı anılarımıza ortak olduğu, bizimle paylaştığı ya da acı ve tatlı anılarımızı üzerinde yaşadığımız yerlerdir. Nasıl gözlerimizle görüyor, yüreğimizle hissediyor, ayaklarımızla yürüyorsak, tüm bunların her birine eşlik eden ayrılmaz ve vazgeçilmez parçamızdır.
Sıla, türkülerimizin, sevdalarımızın ve ızdıraplarımızın harman olduğu yerlerdir. Dağına, taşına, ovasına, ırmağına sığınıp, yüreğimizi açtığımız, akan suyuyla sevdalanıp, öten kuşuyla konuştuğumuz, kuytularına sığınıp, kıvrım kıvrım yollarında dolandığımız her şeyimizdir.
Nedense, içerisinde yaşarken, fazla fark edemediğimiz ama gurbet ele düştüğümüzde, yokluğunu ve yoksulluğunu içimizin derinliklerinde hissederiz… O denli bir bağlılığı ve bağımlılığı yaşarız, sıla burnumuzda tüter, bir gurbet ele düştüğümüzde… Gözümüzün önünde canlanır, sıladaki küçücük çocuklardan yaşlılarına kadar onca insan bir bir hatırları ile canlanır gözlerimizin önünde… Onlarsız yaşanılan bir hayatın, noksanlığını ve ezikliğini bir türlü içimizden atamayız. Çünkü onlardır bizlere can veren, kan veren ve hayat veren…
Sılayı gurbette anlarız… Sıla için, içli ve hasret yüklü türküleri gurbet elde söyleriz. Özlemin büyüyen acısını yüreklerimizde hissederiz. Onun içindir ki gurbet elde sıla için söylenmiş binlerce yanık ve hüzünlü türkü vardır. Onun içindir ki bu türküleri her duyuşumuzda bir efkâr basar yüreklerimizi, bir onulmaz özlem büyür yüreklerimizde…
Bütün bunca özleme ve hasrete rağmen, sıla bütün çekiciliğine ve cazibesine rağmen, hep iyi ve güzel günlerin yaşandığı sorunsuz ve dikensiz gül bahçesi değildir. Günler süren belki de doğumla ölüm arası sürüp giden bir yaşam boyu hep ızdırabın, çilenin, yoksulluğun kahredici pençesinde perişanlık süren bir hayat yaşanır. Ama buna rağmen sıla bütün acılarımızı ve sıkıntılarımızı yüreğimize gömdüğümüz, onunla paylaştığımız, acımızı ve sıkıntımızı hafiflettiğimiz bir sığınak ve barınak olarak hep bizi kendine çeker.
Gurbet, yalnızlığın ve çaresizliğin yüreklerimizde büyüttüğü, sıkıntı ve bunalımın bizi yakaladığında, yanımızda olan ve elimizden tutan birisinin yokluğunu yaşadığımız garip anlardır. İçimize döndüğümüz, yalnız olduğumuz, kimsesiz olduğumuz anlardır. Tek başımıza kalmanın garipliğidir. Gurbet bu nedenle bizi yüreğimizden sarsar, garipleştirir ve hüzünleştirir. Onun için gurbeti en kısa zamanda terk etmek sılamıza dönmek ve sılamızda eşimizle dostumuzla birlikte yaşamak hep bizi cezbeder ve celbeder…
Gurbeti sılaya çevirmek zor olandır. Ama sılayı gurbete çevirmek, dayanılmaz acıların ve çekilmez ızdırapların kahreden kasırgalarıdır. Bütün acı ve ızdırabına rağmen sılayı sıla gibi yaşamak, eşimizle dostumuzla içerisine kapandığımız sıcacık yuvalarımız, kendi özgürlüğümüzü ve rahatlığımızı hissettiğimiz mekânlarımız kılmak en tatlı ve en hoş olanıdır. Bu güzel mekânımızın, bu güzel sılamızın güzel olan atmosferini daha da güzelleştirmek, daha da yaşanılabilir kılmak, içerisinde yaşayan her birimizin daha mutlu bir hayat sürmesinin, daha huzurlu bir ortam oluşturmasının yollarını ve şartlarını hazırlamak görevidir.
Sılayı gurbete çevirmek ise, acıların ve ıstırapların en çekilmez olanıdır. Paylaşılamayan duyguların, yaşanılamayan anıların, yan yana, bir ve beraber olamamanın acı ve elem veren tarafıdır. Kendi sılasında garip olmak, kendi mekânında, kendi yurdunda yalnız ve kimsesiz olmak, özgürlüğünü ve rahatlığını hissedeceğin, kendimiz saydığımız, kendimize özgü olarak kendimizden bir parça olarak algıladığımız yerde kimsesiz ve garip olmaktan daha ne acı olur ki…
Her birimizin sılamızı gurbete çevirmemek için, sılamızı sıla gibi yaşanılabilir bir yuva gibi kılmak için çaba vermek konumundayız. Bu bizim sılamız, bu bizim yuvamız, bu bizim mekânımızdır…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Arşivi

Gül Bahçelerinden Derlediklerim

27 Ağustos 2021 Cuma 00:02

AĞLAMA VAKTİ

17 Aralık 2019 Salı 15:10

İSTANBUL SEÇİMLERİ YORUMUMUZ - 2

17 Mayıs 2019 Cuma 07:58

6 PUANLIK MAÇ !

13 Ocak 2017 Cuma 09:46

HAKEMLER CAN YAKMAYA BAŞLADI!

26 Aralık 2016 Pazartesi 17:06

VEFA VE DOSTLUK BULUŞMALARI

27 Temmuz 2016 Çarşamba 09:22

YALAN HABERLER YAYMAK SAVUNMAK

26 Temmuz 2016 Salı 12:25