Hakan KALELİ
İNSAN OLMAK VE SADÂKAT ÜZERİNE
Vaktiyle insanlık, yalnızca et ve kemik yığınından ibâret sayılmazdı. Kişi, sözüyle, duruşuyla, vefâsıyla ve en mühimi de sadâkatiyle insan sayılırdı. "İnsanoğlu" denmezdi her doğana; zîrâ insan kalabilmek, doğuştan değil, yaşanarak kazanılan bir meziyetti.
Sadâkat… Bugünün lûgatinde pek az anlaşılan bir kelime. Dillerde dolaşır, lakin kalplerde yer bulmaz artık. Ne dosta, ne yar’e, ne de yurt toprağına sadâkat kaldı. Herkes menfaatinin devrindedir; rüzgâr nere eserse yelkenini oraya çevirir olmuş nice can.
Eskiler derdi ki:
> “Kişi yiğit olur, sadâkatli olur, bir söz verir mi, canı çıkar dönmez.”
Zamâne insanı ise verdiği sözü, unutur gibi yapar; hatta bazen kasıtla inkâr eder. Dünü inkâr eden, yarına güven telkin edemez. Zîrâ sadâkat, geçmiş ile gelecek arasında bir köprü gibidir. O köprü yıkılırsa, geriye yalnızca sahipsiz hatıralar kalır.
Kimi zaman bir dosta edilen vefâdır sadâkat. Kimi zaman da bir ömre bedel sevdaya tutunmaktır. Kimi zaman da devletine, milletine, toprağına olan bağlılıktır. Aslında hepsi birdir; kökü tek, dalları çoktur.
İnsan kalabilmek, işte bu sadâkat çizgisinde yürüyebilmektir. Karanlık zamanlarda bile dönmemektir doğru bildiğinden. Şartlar değişse de, çıkarlar cazip gelse de, sadâkati terk etmeyendir insan. Çünkü insan, sadece nefes alan değil; sözünün arkasında duran, omurgasını eğmeyendir.
Velhâsıl, bu devr-i ahîrde en çok ihtiyaç duyduğumuz haslettir sadâkat. Ve belki de yeniden insan olabilmenin yegâne anahtarıdır.
Unutma ey can,
Her çağda doğru kalmak zordur,
Ama sadâkat, işte o zorluğun en onurlu halidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.