Ayhan BATUR
Kırsaldaki Tükeniş, Şehirlerdeki Yabancılaşma
Bir zamanlar köylerde güneş, insanın emeğiyle birlikte doğardı.
Toprak, alın terini severdi; ekmek emekle yoğrulur, paylaşmanın bereketi sofralarda hissedilirdi.
Sabahın serinliğinde uyanan insanlar, hem birbirini hem toprağı selamlardı.
Şimdi o köyler sessiz. O sofralar eksik.
Köyler boşaldı, şehirler doldu; ama şehirlerde dolan sadece beton oldu, yürekler değil.
Kırsaldaki tükeniş yalnızca tarımın, toprağın tükenişi değil; insanın, değerin, huzurun tükenişidir.
Bir zamanlar doğayla uyum içinde yaşayan insan, şimdi makineleşmiş bir hayatın dişlileri arasında kayboluyor.
Tarlada bir başakla başlayan üretim sevinci, yerini alışveriş merkezlerinde başlayan tüketim telaşına bıraktı.
Toprakla bağını koparan insan, aslında kendinden bir parça kopardı farkında olmadan.
Göç, sadece bir yer değiştirme değildir; bir kimlik değişimidir.
Köyden şehre taşınan insanlar, çoğu zaman umutla çıkar bu yolculuğa.
Ama şehir, umutla geleni çoğu kez yalnızlıkla karşılar.
Bir apartman dairesine sıkışan hayaller, betona çarpıp yankılanır.
Kalabalıklar büyüdükçe, insanlar küçülür; sesler çoğaldıkça, anlam kaybolur.
Artan nüfusla birlikte birbirini tanımayan kalabalıklar çoğalıyor.
Bir zamanlar aynı sofrayı paylaşan insanlar şimdi aynı apartmanda birbirini tanımıyor.
Komşuluklar kapı zillerine, selamlar sanal mesajlara sığdı.
Şehir büyüdükçe aramızdaki mesafe de büyüyor;
ellerimizde telefonlar, kalplerimizde sessizlik taşıyoruz.
Yeni nesil, okumadan, üretmeden, emek vermeden çok para kazanmanın yollarını arıyor.
“Kolay yoldan zengin olmak” artık bir hedef değil, bir alışkanlık haline geldi.
Oysa emek, insanın onurudur.
Terle yoğrulmamış bir kazanç, ne kadar çok olursa olsun insanı doyurmaz.
Ekran ışıkları, güneşin yerini aldı; dijital dünyada geçirilen saatler, gerçek hayattan çalınan zamanlara dönüştü.
Bir zamanlar göz göze konuşan insanlar, şimdi birbirini ekranda arıyor.
Ve en acısı; büyüğe saygı, küçüğe sevgi giderek siliniyor.
Toplumun direği olan bu iki kavram, yerini bencilliğe ve çıkarcılığa bırakıyor.
Oysa insan, insana ayna gibidir.
Saygı ve sevgi eksilince, insan kendi yansımasını bile tanıyamaz hale gelir.
Kalabalık şehirlerde yürüyen binlerce insanın yüzüne baksanız, her birinde aynı yorgunluk, aynı boşluk gizlidir.
Belki de yeniden köylere dönmeliyiz
ama bu, herkesin eline kazma kürek alıp köy yoluna düşmesi anlamına gelmiyor.
Köy, sadece bir yer değil; bir yaşam biçimi, bir bakış açısıdır.
Toprağa dokunmanın, emeğin kıymetini bilmenin, paylaşmanın adıdır.
Kimileri için bu hayat tarlada başlar, kimileri için şehirde;
ama önemli olan, nerede yaşarsak yaşayalım, “üreten” ve “şükreden” insan olmayı unutmamaktır.
Köyü anlamak, aslında köklerimizi anlamaktır.
Bir milletin hafızası, sadece şehirlerin ışıklarında değil, köylerin sessizliğinde de saklıdır.
Köy, insana sabrı öğretir; azla yetinmeyi, çokla paylaşmayı gösterir.
Ama köyü bilmeyen, o hayatın zorluklarını yaşamayan birini bu yüzden yargılamak da haksızlıktır.
Altının kıymetini en iyi sarraf bilir;
köyün kıymetini de ancak yaşamış olan derinden hisseder.
Ama bu, köyü bilmeyenlerin kıymet bilmediği anlamına gelmez
herkes kendi penceresinden hayatı anlamaya çalışır.
Kimi şehrin kalabalığında, kimi köyün sessizliğinde bulur kendini.
Asıl mesele, nerede yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımızdır.
İnsana, toprağa, emeğe, değere sahip çıkabiliyorsak,
şehirde de köyde de yaşasak aynı hikâyenin kahramanıyız.
Köye dönüş dediğimiz şey, belki de insanın kendine dönüşüdür;
basitliğe, samimiyete, doğallığa yeniden kavuşma arzusudur.
Ve bunu başarabilirsek
şehirler de, insanlar da yeniden nefes alır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.