Bir zamanlar komşuluk, sadece yan yana oturmak değildi; aynı yürekte nefes almaktı. Sokağın başından geçen biri, kimin evine uğrasa bir tas çorba, bir sıcak tebessüm bulurdu. Kilit gerekmezdi kapılara; çünkü güven, kilitten önce vardı.
Sabah kahvesi komşuyla içilir, akşam yemeği bir tabak da yan daireye gönderilirdi. Tencere kaynadıysa bir bahaneydi, aslında paylaşmak asıl niyetti. “Aman kapıyı çal, bizim tatlıdan tadına baksınlar” sözü, sofraların değil, gönüllerin bereketiydi.
Bir evde acı varsa diğerinde gözyaşı olurdu. Sevinç varsa, birlikte halay çekilirdi. Komşunun düğününe kendi düğünü gibi koşan insanlar vardı. O zamanlar “komşu hakkı” denirdi ve o hak, akraba gibi sayılırdı.
Çocuklar sokakta birlikte büyür, bir elmanın ikiye bölünüp paylaşıldığı günler yaşanırdı. Kimsenin çocuğu sahipsiz, kimsenin kapısı sessiz kalmazdı. Komşu, annenin yokluğunda anne; babanın yokluğunda dayanak olurdu.
Şimdi pencereler kapalı, göz göze gelmeden yaşanıyor. Aynı apartmanda yıllarca oturup birbirinin ismini bile bilmeyen insanlar var. Oysa eskiden, komşuluk bir ihtiyaç değil, bir değerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.