Nevin KILIÇ
Özel Hayatı Rezil Hayata Çevirenler
Çevremizde sıkça karşılaştığımız bir durum var:
Bir insanın yaptığı bir yanlışı dile getirdiğinizde, hemen “Bu benim özel hayatım!” diyerek savunmaya geçiyor. Eleştiriye tahammülleri olmadığı gibi kişisel saldırı gibi algılıyor. Tepkisi öyle keskin, öyle saldırgan oluyor ki siz şaşırıyorsunuz, o ise kendini haklı hissediyor.
Bu insanlar hatalarını görmek yerine sizi cahillikle, geri kafalılıkla suçluyor. En acısı da ne utanıyorlar ne yüzleri kızarıyor. Kendilerini her konuda haklı gören bu anlayış, toplumda onarılması güç yaralar açıyor.
Bugün geldiğimiz noktada bu bireyselcilik anlayışı, aile kavramını temelden sarsmış durumda. “Benim hayatım, kimse karışamaz!” diyerek ahlaki değerleri ayaklar altına alan bir zihniyet, toplumsal çöküşün en büyük nedenlerinden biri hâline geldi.
Eskiden toplum, geleneklerine, göreneklerine, büyüklerinden gördüğü saygı ve sorumluluk bilinciyle şekillenirken; şimdi bireysel özgürlük adı altında ahlaksızlık, başıboşluk ve bencillik yüceltiliyor. Zevklerine, çıkarlarına ters düşen her şeye “banal”, “geri”, “ilkel” deniyor. Asıl yozlaşma işte burada başlıyor.
Sonuç ortada:
Tacizler, tecavüzler, hırsızlıklar, boşanmalar, cinayetler, bağımlılıklar artıyor. Aileler parçalanıyor. Çocuklar sahipsizlikten, ilgisizlikten ya da yanlış ilgiden kayboluyor. Ve herkes, suçu başkasına atıyor.
Bugün yaşanan bu çöküşü sadece ekonomik ya da siyasi nedenlerle açıklayamayız. Toplumsal yapının temelini oluşturan “aile” zayıfladı. Ahlak çöktü. İnsanlar birbirine tahammül edemez hâle geldi. En küçük olayda fırtına kopuyor. Çünkü insanlar, "Benim özel hayatım!" diyerek yaşadıklarının toplumu etkilemediğini sanıyor.
Ama etkiliyor.
Hem de fazlasıyla.
Çocuklar her şeyi görüyor. Anne ve babalarının davranışlarını örnek alıyor.
Unutmayın: Armut dibine düşer. Ağaç yaşken eğilir.
Siz nasıl yaşıyorsanız, çocuğunuz da öyle öğrenecek, öyle büyüyecek. Sizin doğrularınız ya da yanlışlarınız onun karakterini inşa edecek.
Bugün, “Ben hayatımı yaşarım, kime ne?” diyerek sadece kendi konforunu düşünenler; aslında toplumu yavaş yavaş çözüyor, çökertiyor. Aileyi küçümsüyor, gelenekleri hor görüyor, değerleri yok sayıyor. Ama sonra şikâyet ediyoruz: “Çocuklar saygısız”, “Gençler umursamaz”, “Toplum nereye gidiyor?” diye.
Bu noktada kendimize şu soruyu sormalıyız:
Çocuklarımız bizim hayatımızı yaşasın ister miyiz?
Kendi yaşadığımızı, yaptıklarımızı, seçimlerimizi onlara örnek göstermekten gurur duyar mıyız?
Kendimize bu soruyu sormadan; özel hayat, özgürlük, modernlik gibi kavramların arkasına saklanmak sadece vicdan rahatlatır, gerçeği değiştirmez.
Unutmayın:
Avrupa bile, yıllarca savunduğu bireysel özgürlük anlayışının toplumu çökerttiğini fark etti. Şimdi devlet-kilise iş birliğiyle aile yapısını korumaya çalışıyor. Biz ise hâlâ değerlerimizden utanıyor, onları geçmişin kalıntısı gibi görüyoruz.
Oysa geçmişimiz, bizi ayakta tutan tek şeydi. Aileydi, saygıydı, mahremiyetti, sorumluluktu. Bunlar olmadan toplum olmaz.
Bugün geldiğimiz yerde hâlâ “Özel hayatıma karışma” diyenler, arkalarında enkazlar bıraktı. Parçalanmış aileler, ilgisiz çocuklar, kayıp nesiller... Ve sonunda ellerinde kalan tek şey pişmanlık ve keşkeler oldu.
Ama hâlâ geç değil.
Toplumu yeniden inşa etmek, aileyi yeniden değerli kılmak elimizde.
Özgürlük, sorumsuzluk değildir.
Özel hayat, toplumu yok sayma bahanesi olamaz.
Eğer gelecek nesilleri kurtarmak istiyorsak, önce kendimize gelmeliyiz.
Çünkü toplum; biziz.
Ve biz düzelmeden hiçbir şey düzelmez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.