USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

TÜRK VE ARAP MİLLİYETÇİLİĞİNİN FARKLI YAZGILARI

28-01-2019

Milliyet duygusunun temel özelliği, ayırt edici olmasıdır. Yani, insanlar başka milliyetten ve kültürden kimselerle karşılaştıkları zaman bu duygu ortaya çıkar. Milli özelliklerin bozulma tehlikesi, bu duyguyu büsbütün kamçılar. Nitekim müslüman Araplarda, Arap milliyetçiliği başka kavimlere karışmaları ve anayurtlarından uzaklara yayılmaya başladıkları zamana denk gelmektedir.
?Milliyetçilik olgusu? her zaman bir azınlık hareketiyle başladığından Osmanlı imparatorluğunda ilk milliyetçiler Türk asıllı olmayan müslümanlardı. Bunları takip eder şekilde Türkler arasında milliyetçilik şuuru yaygınlaşmaya başladığından, İslam birliğinin Avrupa karşısında çözülüp dağılmasından korkanlar, ?milliyetçilik? olgusunun islama aykırı olduğunu dillendirmeye başladılar. Fakat, Türklerin dışında milliyetçilik davası güden topluluklar milliyetçilik davalarını en uç düzeyde ifade ettikleri zaman onlara karşı duruş sergileyen çıkmadı.

Osmanlı topraklarından çok sayıda devletin ortaya çıkması, birinci dünya savaşının sonlarına rastlar. Bunun tek istisnası sayılabilecek olan Mısır, daha önceki zamanlarda İngilizlerin işgaliyle ayrılmıştı. Körfez Ülkeleri Osmanlıya bağlı kalmaya devam etmişti. Daha sonrasında, hudutlarını İngilizlerin belirlediği Suudi Arabistan ve Yemen ile Ortadoğu´da Irak, Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi devletler kuruldu.

Türkiye ise Araplarla, Balkanlarla ve Kafkaslarla ilgilenmeme şartıyla bu topraklarda hareket serbestliğini tabiri caizse ?hak etmiştir?. Aksi takdirde, Türkiye´ye tanınan ?devlet statüsü? tehlikeye girebilecekti.?

İkinci dünya savaşının sonuna kadar Arap Devletleri batılıların, doğrudan veya dolaylı idaresi altında kaldıkları için, savaş bitince bu himayeden kurtuldular. Arap Milliyetçiliğin geliştiği dönem işte bu iki savaş arasındaki döneme rastlar. Türkiye´nin buradaki boşluğunu, diğer Arap ülkelerine nazaran gelişmiş olan Mısır doldurmuştur. İsrail devletinin kuruluşu, Arap halkları ve Arap devletleri için yeni bir milat oluşturur. Yahudilerin Filistin´e yerleşmeleri Arapların hiçbir zaman istemediği bir şeydi. Bu yüzden de öfkeyle bunu engellemeye çalışacak, ancak başarılı olamayacaklardı.


1948 yılında İsrail devletini ortadan kaldırmak için ortak davranış sergileyen Arap orduları Filistin´e müdahale edecekler fakat, sayıca az olmalarına karşın, iyi eğitim ve donanıma sahip İsrail Ordusu tarafından mağlup edileceklerdi. Bu durumu ?kabul edilemez? bulan Arap Ülkelerinde, krallıklar birbiri ardına yıkılmaya başlar. 1949´dan sonra imzalanan ateşkesten bir ay sonra Suriye devlet başkanı ve başbakanı bir darbeyle iktidardan indirilir ve idam edilir. Bu sırada, Lübnan´a ziyarette bulunan Başbakan, milliyetçi militanlar tarafından öldürülür. Beş ay sonra Ürdün kralı Abdullah kurşunlanarak katledildi. Mısır´da Nukraşi paşanın öldürülmesiyle başlayan ancak 1952´deki darbeyle sona eren kanlı ayaklanmalar ve çatışmalar dört yıla yakın süre devam etti.

Araplar Cemal Abdülnasır´la birlikte, milli benliklerine yeniden kavuştuklarını, öteki milletlerin arasında başları dik olarak yer bulacaklarını düşünmeye başladılar. Arap tarihinde yüzyıllar boyunca süren bozgunlar, yenilgiler ve kırılmaların son bulacağı tezi güç kazandı. Nasırcı dalga bütün Arap alemini derinden etkiledi. Onun uğruna, binlerce, hatta milyonlarca insan ölüm yemini etmekten kaçınmadı. Domino etkisi yaratan bu kitlesel heyecan, Arapları on sekiz yıl etkisi altında bıraktı. 5 haziran 1967 sabahında; İsrail bombardıman uçaklarının alçaktan uçarak Mısır ordusunun hava kuvvetlerini bir hamlede yok etmesiyle; kazananların ?altı gün savaşları?, kaybedenlerin başlarda ?en-naksa´´ yenilgi´, sonra da ?Haziran savaşları´ Araplar açısından dramatik sonla bitti.

Bu savaşın, Araplar açısından zaferle sonuçlanmaması, başta İsrail´in en yakın sınır komşuları olmak üzere, bütün İslam aleminde derin bir üzüntü sebebi oldu. Arap ve Ortadoğu halklarının, Müslümanlığı kendi isteği ile kabul eden Türklerle tanışması, kaynaşması ve İslam dininin bayraktarlığını, önderliğini onlara kaptırması, tarihin değişik dönemlerinde yaşananları ?sindirmemiş? oldukları gerçeğini bize ispatlar.

Geçmişte ve gelecekte Türk Milleti ve Türk Milliyetçiliği, Araplara ve Arap Milliyetçiliğine üstünlük sağlamak istememiştir. Kavmiyetçilik duygusunun, İslam dininin kabulleri arasında olamadığını gayet iyi bilmekte olduğunu yüzyıllar içerisinde ispat etmiş olmasına karşın, bu gün bile, din eksenli düşünen ve siyaset yapan kişi, kurum ve kuruluşların hiçbir sosyolojik ve ideolojik gerçeklere, kabul veya redde dayanmayan gerekçelerle, milli ve milliyetçi unsurları sindirmek, arzu ve iştahları kolay bir şekilde gözlemlenebilmektedir. 21 yüzyılın, Arap alemine ve Türk milletine yeni ufuklar açması, uluslararası camiada kaybedilen itibarın yeniden kazanılması her müslümanın mutlak isteğidir.

Ancak, AB´nin Kuzey Afrika ve çevresine ait plan ve stratejisi; onları kendi denetimleri altında tutmak ve bu yolla yeniden biçimlendirmek, İş gücünü pazarlarını, doğal kaynaklarını sömürmek olduğu,1991 yılında Akdeniz ve çevresine ilişkin stratejilerde, 1992 yılında formüle edildiği, 15 AB ülkesinin ve 12 Akdeniz ülkesi dışişleri bakanlarının katılımıyla 27-28 Kasım 1995´te İspanya´nın başkenti Barselona´ da gerçekleştirilen ?Barcelona Bildirgesi? ile pekiştirilmiştir.

Amacın; 1920´li yıllarda elleri arasından kayıp giden Arap ve Ortadoğu petrollerini yeniden ele geçirme düşüncesi olgusunun önemle üzerinde durulmalıdır.

Yukarıda belirtmeye çalıştığımız gelişmelerin paralelinde, Son yıllarda Arap aleminde meydana gelen ve kimilerinin ?Arap Baharı? dedikleri şey, Tunus´ta başlayan Mısır darbesiyle ivme kazanan, Libya´nın işgaliyle, Suriye ve Yemen iç savaşıyla tavan yapan bütün bu gelişmeler ABD desteğiyle, batılı ve çokuluslu koalisyon güçlerinin, Arapların kendi istek ve çıkarları doğrultusunda ?yeniden şekillendirme? projesidir.

İnsan hakları, demokrasi ve evrensel hukuk gibi söylemlerle, kargaşa ve kaosun pençesine düşürülen Arap aleminin, 1948 yılından sonra özellikle Mısır´da Nasır sosyalizmiyle trend kazanan Arap Milliyetçiliğinin hazin serüvenine eklemlenmek istenen Suudi Arabistan´ın jakoben ve sınır tanımaz milliyetçilik anlayışının, Arap - Ortadoğu ve İslam Ülkelerinin yeni açmazlara, din kökenli, etnik ayrımcı, mezhep ayrılıkları ve merhametsiz kabile çatışmalarını körüklemekten, masum ve korumasız Ortadoğu halklarının, küresel emperyalizmin kıskacında önümüzdeki dönemlerde acı ve gözyaşından başka kazanacakları hiçbir şey olmayacaktır.

Aynı dönemde, aynı çatı altında, ama birbirlerinden pek de hoşlanmayan Türk ve Arap milliyetçiliğinin son derece farklı yazgıları olacağını şimdiden tahmin etmek zor değil !...

 

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?