ÖZLENENLER

Mehtap BÖLÜKBAŞI

3 yıl önce

Sizlere, benim ve toplumumuz için çok anlamlı olan ancak bugün kaybolmaya yüz tutmuş yemek ve sofra kültürümüzden bahsetmek istiyorum.

      Yaklaşık beş bin yıllık geçmişi olan dünyanın dört bir yanına dağılarak değişik toplumlara da lezzetini ve asaletini göstermiş olan Türk yemek kültürünün içerinde yaşamış olmak büyük bir mutluluk. Tabi ki bu yemek zenginliğinin yanında yer alan olmazsa olmaz sofra kültürümüzü de görmezden gelemeyiz.

      Büyüklerimizin bizleri yetiştirirken, yemeğe sağ elinle ve besmeleyle başla, büyüğün oturmadan yemeye başlama, kendi önünden ye, lokmanı küçük al, yemeğin üzerine abanma, tabağını yarım bırakma yoksa arkandan ağlar, sofraya oturmadan önce ve sofradan kalktıktan sonra ellerini yıka, sana ikram edileni reddetme gibi benzeri zarif uyarılar pek çoğumuzun kulağındadır. Bu sözlerin arkasında geleneklerin önemi, emeğe saygı, büyüklerin aile içindeki yerinin önemi, israfın yanlışlığı, paylaşmanın kıymeti inceden anlatılmaktaydı.

   Gelelim yemek kültürümüze; Hemen hemen her toplum zamanının beli bir kısmını mutfağa yemeğe ayırmaktadır. Bu yüzden yemek toplumsal bütünleşmenin dayanışmanın da bir beklentisi olarak karşımıza çıkıyor. Coğrafyanın, iklimin, elde edilen ürünlerin çeşidine göre yemeğin tadı, şekli, ismi değişiklik gösterirken, edinilen eğitim ve kültürün, neticesinde, farklı yemek kültürleri oluşmuştur. Selçuklu ve Osmanlı gibi imparatorlukların saraylarında gelişen yoğurt gibi pekmez gibi, eti kurutup kavurup saklamak gibi buluşlar bugünkü mutfak kültürümüzün temelinde yer almıştır. Tahılların kullanılışı, az et kullanılarak pişirilen sulu yemekler, çorbalar, zeytinyağlılar, meyvelerin et yemeklerinde kullanılması, az öncede bahsettiğim pekmez yoğurt ve bulgur gibi besinlerin hem sağlıklı hem de lezzetli oluşu tüm dünyanın Türk mutfağına ilgisini artırırken vejetaryen beslenmeye de uygunluğu sayesinde tercih nedeni olmuştur.

     Bu muhteşem yemek ve sofra kültürümüz, hayatımızın en önemli parçası olmuş, eğlencelerimizde, kutlamalarımızda, nişan-sünnet-düğün, dost sohbetlerinde, misafir ağırlamalarında, başköşede yer almıştır. Evimizde pişirdiğimiz yemekten her zaman komşuya da bir tabak düşerdi. Ve o tabak boş olarak asla geri dönmezdi. Paylaşmanın en güzel hali yaşanırdı. Eskiden gelen bu kültürün içinde yer alan bir içecek olan kahve ve kahvenin ikramı var ki anlatılmakla bitmez. Bir kahve alırmısınız la başlayan, kahvenizi nasıl içersiniz diyerek alakayı üst seviyeye taşıyan ve köpük köpük olunca yanında lokum, çikolata ve suyla ikram edilen muhteşem içeceğimiz. Misafir suyu kahveden önce içerse aç olduğu, kahveyi önce yudumlarsa tok olduğu anlaşılırmış. Şu inceliğin yaşandığı kültürün bir ferdi olmak ne mutluluk.

       Ancak her şeyde olduğu gibi hızlı yaşanan hayatlar, çalışma saatlerinin uzunluğu derken bunun gibi pek çok sebepten dolayı yemek ve sofra kültürümüzden toplum olarak uzaklaşmaya başladık. Artık çalışma hayatı yoğun, evlerde yemek dahi pişmemeye başladı. Hep hazır, hızlı tüketilen gıdalara yönümüzü çevirdik maalesef. O güzel sofraların kurulmadığı, ailece biraraya gelinemediği, kim nerede ne zaman istiyorsa o zaman yemek yediği bir anlayışa doğru hızla gidiyoruz.

     Şöyle bakıyorum da Evde yemek yemek ya da yapmak zaman kaybı olarak görülüyor. Böyle olunca da sevdiklerimizle buluşmak bir arada olmak azalıyor. Uzun keyifli sohbetler, kahkaha sesleri evlerimizi doldurmuyor, paylaşımlar azalıyor.

     Yerini ise tamamen gösteriş için alınmış tabaklar, süslenmiş ancak duygusu olmayan sofralar, medyada paylaşmak için yapılan yemekler aldı. Yani en güzel kültürümüzde çağın gösteriş sevdasına kurban oldu. Mis gibi yemeklerimiz hamburger tost gibi ürünlerin gölgesinde kaldı. Ve daha da önemlisi büyüğün küçüğün yerinin belli olduğu, aile kavramının en belirgin yaşandığı yer olan sofralarımızı kaybediyoruz.

    Bu muhteşem, sıcak, samimi, paylaşımcı, nazik kültürümüzün daha da yok olmaması bugünümüzü de aramamak dileğiyle?

YAZARIN DİĞER YAZILARI