
Nevin KILIÇ
Diziler ve Toplumsal Değişim: Görünmeyen Tehlike
Günümüzde insanların boş zamanlarını değerlendirme biçimlerinden biri hâline gelen televizyon dizileri, yalnızca bir eğlence aracı olmanın ötesinde, toplumsal yapıyı etkileme gücüne sahip önemli bir mecra hâline gelmiştir. Özellikle akşam saatlerinde, tatillerde ya da ev hanımlarının günlük işlerini tamamlamalarının ardından en çok tercih edilen etkinlik, televizyon karşısında geçirilen zaman olmaktadır.
Ne yazık ki bazı diziler, izleyici üzerinde adeta bir bağımlılık etkisi yaratmakta ve zamanla bireylerin düşünce dünyasında köklü değişimlere neden olmaktadır. Bu yapımlar, toplumda değişiklik yaratılması istenen konulara ilişkin bir algı oluşturmakta, başlangıçta tepkiyle karşılanan birçok davranış ya da olay, zamanla normalleştirilip sıradanlaştırılmaktadır. Öyle ki insanlar, daha önce kınadıkları ya da "asla yapmam" dedikleri şeyleri kendilerinde görmeye başlamaktadır.
Bu değişimin tesadüfî olmadığı, aksine senaristlerin ve yapımcıların bilinçli tercihlerle, toplumu dönüştürme çabasında olduğu da gözlemlenmektedir. Toplumsal değerlerin aşındırılması, ahlaki normların sorgulanması ve geleneklerin değersizleştirilmesi amacıyla hazırlanan diziler, zaman içinde izleyicinin zihninde ciddi bir dönüşüm yaratmaktadır. Oysa bu değişim, doğrudan bir şekilde halka sunulsa, toplum büyük tepki gösterir. Ancak diziler ve bazı yarışma programları aracılığıyla bu süreç kademeli ve fark ettirmeden işletilmektedir. İnsanlar bu değişimin farkına vardıklarında ise iş işten geçmiş olmaktadır.
Peki diziler bize neler "öğretiyor"?
Entrika, ihanet, yalan, dolandırıcılık, hatta cinayet gibi ağır suçlar dizilerde sıradanlaştırılmakta, izleyiciye bu tür olayların olağan olduğu mesajı verilmektedir. Bir başkasının çocuğunu eşine kendi çocuğuymuş gibi göstermek, evlilikleri bozmak, kıskançlıkla zarar vermek gibi etik dışı davranışlar, dizilerde sıkça karşımıza çıkmakta ve adeta bir yaşam tarzı gibi sunulmaktadır.
Gelenek ve göreneklerimiz "ilkel", kültürümüz "geri kalmış", İslam dini ise zaman zaman öcü gibi gösterilmekte; bazı yapımlarda bilinçli olarak İslamofobi beslenmektedir. Osmanlı Devleti ise, 600 yıl boyunca dünya tarihinde önemli bir yer edinmiş bir imparatorluk olmasına rağmen, yalnızca "harem entrikaları" ile anılmakta ve tarihî gerçeklikler arka planda bırakılmaktadır. Özellikle padişah eşlerinin yabancı uyruklu olması üzerinden geliştirilen senaryolar, izleyicide bir nefret duygusu uyandırmakta ve sanki Osmanlı’yı yıkanlar bu kadınlarmış gibi bir izlenim oluşmaktadır.
Diziler aynı zamanda zenginliğin kişiliğin önüne geçtiği, etik değerlerin önemini yitirdiği bir dünya sunmaktadır. Fakir karakterlerin bu cemiyete dâhil olabilmek için ne denli değerlerinden ödün verdiği, para ve şöhret uğruna neleri göze aldığı gözler önüne serilmektedir. Ne yazık ki çıplaklık, yalan, entrika sıradanlaşırken; dürüstlük, insanlık, edep ve ahlak gibi kavramlar "geri kalmışlık" olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.
Bazı televizyon programlarında ise kadın ve erkeğin gururu ayaklar altına alınmakta; reyting uğruna insan onuru hiçe sayılmaktadır. Artık insanlar neye inanmak istediklerini değil, çıkarlarına ne uygun düşüyorsa ona inandıkları bir noktaya gelmişlerdir.
Bu konu geniş kapsamlı ve derinlemesine incelenmeyi hak etmektedir. Bu yazı, sadece bir giriş niteliğindedir. Unutulmamalıdır ki, geçmişiyle barışık olmayan bir toplum, geleceğini sağlıklı şekilde inşa edemez.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.