EDEBİYATIMIZDA RENKLER (3)

“Yeşil yemeni, eflatun oya” başlıklı bir başka yazısında renkler üzerine yoğunlaşmış A. Rasim. “Otuz beşlik bir köylü kadını. Açık yeşil bir yemeni sarmıştı. Bunun eflatuni, üçlü eğrelti yaprağını andıran oyası da vardı. Saçlarını iki örgü yapmış, mantosunun üstünden beline doğru sarkıtmış. Abani sarıklı bir ihtiyar, ‘vaktiyle biz bunların incilisini yapar, birkaç keseye satardık’, diyor. Siyahî bacı da ‘bezi al, oyaları kırmızı olsaydı ne âlâ olurdu ne âlâ’ diyor.”
Ahmet Rasim’in metinlerinde bir de tango rengine tesadüf ediyoruz. Çok süslü, yüksek topuklu hanımlara tango denirmiş. O dönem moda olan daha kısa, yanları yırtmaçlı, arkasında fiyonk olan çarşaflı bir hanım yoldan geçince, çocuklar şöyle bağırırmış. “Tango, tango. Arkasında fiyango.”
O dönemlerde fiyonk kelimesine fiyango denirmiş ki A. Rasim’de de sık sık karşılaşıyoruz.
(Tango rengi, acı turuncu, kırmızıya çalar bir renk imiş. Çok süslü İstanbul bayanlarınca rağbet görülmüş. Osmanlının son dönemlerinde ayakkabıdan çarşafa, hotozdan çoraba pek çok giyim eşyasında uygulanmış.)
Okuduğumuz satırların arasında keyifle gezinirken, devrin giyim tarzını, hitap şeklini, hangi renklerin daha çok sevildiğini de zevkle takip ediyorsunuz. Son devrin münevverlerinden Münevver Ayaşlı’nın aşağıdaki satırlarında da bu, bariz bir biçimde kendini gösterir.
“Manastırlılar, Manastırlıyız diyecekleri yerde ‘Manastırlısık’ derler. Çok yeşil demek için de ‘şıl yeşil’ derler. Çok yeşil, parlak yeşil anlamına gelirmiş. Yeşil entarisini giydi demek için ‘giymiştir şıl yeşil entarisini’ derler.”
“Anneciğim ilk defa İstanbul’da pahalı ve meşhur bir terziden giyiniyordu. Kalivrusiden siyah muare bir elbise ve aynı kumaş ve aynı renkten çarşafının pelerini, elbisesinin yakası ve kol kapakları tango renginde bir kumaşla ve dantelle süslü. (Tango rengi turunç rengine yakın bir renkti) O senelerde tango rengi çok moda idi.”
“Sultanın düğünü için (Enver Paşa ile Naciye Sultan) bütün saray arabaları bizim evin önünden geçiyorlardı. Saray arabaları payton değil kupaydı. İçleri rengârenk kapitone atlas, pembe, mavi, sarı, menekşe rengi.”
Gene ediplerimizden Ziya Osman Saba’nın Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi adlı eserinde, yazarın çocukluğunda bindiği Neveser adlı bir gemiyi renkleriyle birlikte anışı da hayli enteresan.
“Neveser’in her yeri, narin teknesinin parlak siyah, davlumbazının güneşle pırıl pırıl yanan bembeyaz boyası, salonunun iki yana intizamla ayrılmış eflatun rengi, püsküllü perdeleri, güvertesinin yeni gerilmiş ak tentesi, al bayrağı, her yeri tamirden yeni çıktığını belli ediyordu. Kanarya sarısı bacası, gökyüzünün temiz maviliğini, kışın bütün yağmurlarıyla, karlarıyla yıkanmış şu bahar gününü kirletmemek istermiş gibi dumanını tutuyordu. Bembeyaz davlumbazının üstünde yelpaze gibi açılmış delikler, muntazam şualarıyla oraya oyulmuş bir doğan güneş resmiydi adeta. Sürme iskeleden geçerken, o deliklerden daha iyi gördüğüm kırmızı sülüğen boyalı çarkı, kayıkhanelerdeki gibi serin ve yeşil bir loşluk içinde hareketsiz bekliyordu.”
“Vagonumuzun camlarında güzel bir ay yıldız, bütün yol boyunca, buralar bizim dedirten bir manayla, değişen manzaralar, açıklı koyulu yeşil, nefti ağaçlar, kırmızı damlı, yeşil panjurlu pembe, tahinî köşkler üzerinde, vagonun kavislerde alçalıp yükselmesiyle, gökyüzünde sahiden bir ay yıldız olarak ilerlerdi.”
*
Kendimi bildim bileli resme ve renklere karşı apayrı bir yakınlığım, yatkınlığım vardır. Yeni dillenmeye başladığımız zamanlarda kımışı, beyaş, şayı, şiyah diye renkleri öğrenmeye başladığımı sanıyorum. Okula başladığımda her öğrenci gibi bana da alınan kırtasiye malzemelerinin içinden en çok sevdiğim eşyaların boya kalemleri, ileri dönemlerde suluboya, fırça ve resim defteri olduğunu da itiraf edeyim. Tabii ki okulda diğer arkadaşlarım gibi, peyderpey güneşin, gökkuşağının, renk kırılmalarının, prizmanın, renk karışımlarından elde edilen ara renklerin de olduğunu öğrendim. Büyü gibi, rüya gibi, masal gibi bir şeydi renklerin cümbüşü. Hepsini sevdim, resim adına ne varsa hepsini kucakladım. Kiminde erişebildim, kiminde sadece seyirci kaldım. Renk imparatorluğunun kalesine ulaşmaya çalıştım, burçlarına bayrağımı dikmeye gayret ettim; halen bu de şahikayı düşlüyorum.
Kalem tuttuğumdan beri -adına resim denmese de- bir şeyler çiziktiriyorum. Karakalemle veya renklerle hiç fark etmez; çizecek bir şeyler illaki buluyorum. İşin mutfağında pişmeyi çok isterdim ama nasip değilmiş, alaylı oldum; alaylı olmanın ayrı bir lezzetinin olduğunun farkına vardım.
Dönem dönem çeşitli türde boyalarım oldu; kalem şeklinde kuru boya, sulu boya, guaj boya, yağlıboya, cam boyası, ahşap boyası, kumaş boyası… Tüpler, şişeler, kalemler, fırçalar, resim kâğıtları hep mutlu etti. Uzunca bir süre kumaş boyama yaptım. Hem kendi ihtiyacımız için, hem de hediye ve sipariş için. Sayısız ara renk buldum. Simlerle, yaldızlarla daha da çeşitlendiler.
Nakışla, kumaş boyamayla, ebru sanatıyla, resimle bunca yıl zevkle uğraştığım için, boyaların, renklerin isimlerini de tanıdığımı, bildiğimi sandım. Ne zamanki bir duvar boyasına ihtiyacım oldu, elime tutuşturulan kartelâda hiç duymadıklarımı okudum, şaşaladım. Ya da herhangi bir giysi alacağım zaman, daha önce işitmediğim renkleri duyar oldum. Saç boyasından tutun, araba rengine kadar daha önce bilmediklerimin varlığına şahit oldum. Renklere karşı olan sevdamın yanına, isimlerinin merakı da eklendi.
On küsur sene önce renk konulu bir yazıya başlamış ve epeyce yol kat etmişken, ne yazık ki bilgisayarımı saran bir virüsün kurbanıyla acı bir şekilde metnimden oldum. Renk ve mutfak ilişkisini ayrı, renk ve hayvan ilişkisini ayrı, renk ve tabiat ilişkisini, renklerin kültürümüzdeki yerini ayrı ayrı ele alıyordum. Okuduğum kitaplardaki renklerle ilgili önemli bulduğum yerleri işaretlemiştim, yeri geldikçe kullanacaktım. Nasip değilmiş uçtu gitti. Artık o yazıya ulaşamayacağıma göre, sil baştan yeniden başlamaya karar verdim ve ne kadarını başarırsam şansıma diye düşündüm.
Birkaç gün önce, renklerle ilgili aldığım notlardan birisi elime geçti. Ocakta kaynatarak giysi boyadığımız zamanlardan kalma renk bilgisi idi. (Gerçi ben aynı boyalarla kuru otları da boyamıştım) Ağzıma bir parmak bal çalınmış oldu. Malûmat olması bakımından onu da buraya almayı uygun buldum.
Koyu lacivert, akaju, koyu cevizi, zeytin yeşili, yaprak yeşili, açık meşe ağacı, koyu kırmızı, koyu yeşil, sarı, koyu meşe ağacı, ceder ağacı rengi, fıstık yeşili, gül kırmızısı, koyu cevizi, kanarya sarısı, nar çiçeği, turuncu, kurşuni, açık mavi, moda yeşili, koyu sarı, gümüşi gri, abanoz siyahı, eflatun, altın sarısı, mor, koyu mavi, mahagon kahvesi, pembe, zeytini, mahun, pelesenk, kırmızımtırak mavi, nefti, orta cevizi, lacivert menekşe, kırmızımtırak mor, ateş kırmızısı, fındık kahvesi, ördek yeşili, kiraz kahvesi, buaderoz rengi, kestane kahvesi.
Analarımızın, cümle eski anaların bilgisi dâhilinde idi giysileri boyamak, eskiyi yenilemek. Soğan kabuğundan ceviz yaprağına, nar kabuğundan pancar suyuna, demli çaya kadar her nesneyi renk maksadıyla kullanmak…. Hele kırsaldaki anaların bildiği doğal renklerin hikâyelerine değinecek olsak, yazımız başını alıp gider. Halı ve kilimlere vurulan onca nakışın ve rengin öyle geniş bir yelpazesi var ki. Birileri elbette çalışmıştır bu konuları. Yenilerden de illa ki çalışacaklar vardır.
Kadınların renkleri birbirine yakıştırması da apayrı bir hüner diye düşünüyorum. Oyalarından çoraplarına, yaka mendillerinden tülbentlerine sokuşturdukları çiçeklere varıncaya değin, hangi renk diğerinin yanına daha iyi gider, asırlar boyunca gayet ustalıkla yakıştırmışlardır.
Kimine göre lüzumsuzluk olarak addedilse de daha bebeği doğmadan renginin derdine düşen de gene kadınlardır. Erkekse imkânları ölçüsünde mavilere, kız ise pembelere beleyeceklerdir. Ne doğacağı kestirilemediği durumlarda da ortak renk olarak kullanılacak açık yeşiller, sarılar, beyazlar, kırmızılar devreye girecektir.
Kadınlar oya veya nakış için iplik seçerken çoğunlukla tabiattan esinlenirler. Ateş kırmızısı, bal sarısı, civciv sarısı, yumurta sarısı, gök mavisi, inci beyazı, su beyazı, ördekbaşı yeşili gibi, adını tabiattan aldıkları renk isimlerini kullanırlar.
Halk arasında eskiden kullanılan bir renk daha vardır ki günümüzde kullanımı nerdeyse yok olmuştur. Duduburnu. Dudu, tûtî denilen kuşun gagasının kırmızımtırak sarı rengine verilen addır. Aynı zamanda eski dönemlerde kadınların baş süslemelerinden olan hotoz modellerinden birinin adıdır. Bu renkteki kumaşlardan vakti zamanında entari, ferace, şalvar gibi kadın giysileri de dikilirdi.
Meselâ dalının uzmanlarından R. Ekrem Koçu, kadın çarşaflarını yazarken çarşaf renklerinden de bahseder. “Tazelerin ağırbaşlıları siyah, laciverd, mor, güvez, nefti renklerde tafta, saten dö lion, saten düşez, grap dö şin gibi Avrupa kumaşlarına rağbet ederlerdi. Fazla alayişe düşkün, hoppa tazeler de göze çarpan renkleri, saksonya mavisini, türküvazı, tirşeyi, cam göbeğini, erguvaniyi, leylakiyi, yavruağzını tercih ederler.”
Tenzûyi renk, neftî denen renktir. 19. Yüzyılda çok moda imiş. Hatta dönemin kalenderşairlerinden Enderunlu Vasıf, bir şarkısında, “Var ise istek, birkaç kadeh çek, açmış seni pek, tenzûyi şalvar” diye şarkı yazmıştır.
“Dün sabah bir Amazon gördüm. Derisi gövermiş gül yaprağı renginde, nar çiçeği dudakların bükümü, ağzın asaletli büyüklüğü, burundaki hendese ahengi ve Hind menekşesi gözler.” R. E. Koçu.

DEVAMI YARIN

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatma Pekşen Arşivi

EDEBİYATIMIZDA RENKLER (5)

13 Mayıs 2025 Salı 09:18

EDEBİYATIMIZDA RENKLER (4)

12 Mayıs 2025 Pazartesi 10:22

EDEBİYATIMIZDA RENKLER

08 Mayıs 2025 Perşembe 10:01

EDEBİYATIMIZDA RENKLER

06 Mayıs 2025 Salı 15:28

Sivas El Sanatlarında Renk Cümbüşü25

20 Mart 2025 Perşembe 09:59

Sivas El Sanatlarında Renk Cümbüşü25

19 Mart 2025 Çarşamba 10:41

Sivas El Sanatlarında Renk Cümbüşü25

13 Mart 2025 Perşembe 10:12