
Fatma Pekşen
EDEBİYATIMIZDA RENKLER
“Renkleri solmuş bir fotoğrafta ailece arka bahçedeydiler. Beyaz puanlı, mavi bir elbise giymişti. Boynunda bir dizi mavi boncuk vardı.”
“Doğum lekeli kadının yüzünde, el büyüklüğünde bir alan koyu mora çalan bir renkteydi. Sağ gözü bu morluğun tam ortasında masmavi bir elmas gibi parıldıyordu.”
“Siyah paltosunu omuzlarına almıştı. Kar beyaz gömleği, kısa düzgün siyah sakallarıyla tekinsiz bir uyum içindeydi.”
“Çok tozluydu bavul. Elleri simsiyah olmuştu. Deterjanlı bir bezle köpük köpük sildi, gri nefti arası rengi ortaya çıktı”
Günümüzün usta yazarlarından Ayfer Tunç’un, renklerle renklendirdiği diğer eserlerinde de kaleminin maharetini görmekteyiz.
*
Daha çok fıkra yazarı olarak anılan, tarihçi ve gazeteci Ahmet Rasim de eserlerinde renk ve duyguları en iyi gözlemleyenlerden birisidir. Rahmetli üstadın satırlarını okurken, tarif ettiği kişi veya nesneyi görmüş gibi olur, kokularını duyar, havanın serinliğini teninizde hisseder veya sıcak bir günü anlatıyorsa terlemeye başlarsınız. O güzelim anlatımlarına birkaç örnek verecek olursak…
“İnsanın gözüne en ziyade çarpan şey, akasya ve ona benzer ağaçların sarışın yaprak açmalarıdır. İnsan bahçeye girdi mi, yerden akseden kırmızı renk ile yukardan vuran sarı rengin içinde kalarak, kavuniçine benzer bir gelgeç manzaraya dönüşüyor.”
“Sürekli önüne bakıyor. Büyükannesi nohut renkli elbise giymiş, önünde anası siyah çarşaflı, yanında; hizmetçi mavi çarşaflı, arkada gidiyorlar. Bakılsa, ezberlenmiş gibi giyim dükkânına gittikleri zannedilecek.”
“Alın bir daha! Pembe şapkalı, önü dantelâlı, kırmalı kanarya sarısı elbiseli, elinde mor şemsiye; zayıfça, biraz ağlamış.”
“Mavi püsküllü al fesi, sarı güzelce kesilmiş saçlarına, kaşlarına kadar oturtulmuş; lacivert, içi kırmızıya çalan gözleri huzurlu, bakışları sevinçli, ağırbaşlı fakat azıcık endişeli.”
“Uzunca sarışın kadınların bergamudî dedikleri rengin daha açık tonunda. Başında bu âleme mahsus damalı kasket. Sırtında limon renkli, keten ve önü düğmeli bir ceket, ham ipekten bir gömlek var. Beline bir kuşak bağlamış. Bir ucu kuşağa, öbürü Bismark renkli kısa pantolonunun cebine dalmış gümüş veya nikelden bir zincir, ayaklarında, dizine kadar uzanan hafif kahverengi bir çorap ile alafranga çarık vardı.”
(Bergamudî, bergamut rengi, sarımsı pembe. Bismark rengi ise yazarı tarafından koyu kahverengiye çalan bir renk olarak açıklanmış.)
“Atların rengi yani donu da çeşit çeşit: Kır bakla, demir kırı, al, siyah, karışık, benekli, beneksiz, abraş”
(Abraş alaca benekli demek olup, bakla kırı, beyazı çok, beyazlamaya yüz tutmuş renk demekmiş. Atların vücudunu örten beyaz kılların, siyahımsı gri renkteki kıllarla karışık olmasına denir.)
“Arabacıda gerdan, surat bakır gibi. Sarışın bıyık, cılız mavi göz, buruşuk alın. Gerdandan sonra kırmızılı bir mintan, yelek gibi beyaz düğmeli, belde yine kırmızı kuşak, sarı ile siyah arasında bir potur.”
Ahmet Rasim, Şehir Mektupları eserinin Yirmi İkinci Mektup bölümünde, neredeyse metnin tamamında renklerle cümbüş yapmış. İnce bir tetkiki kaleme alarak, adeta okuru hazza boğmuş.
“Gözlerim, birdenbire narçiçeği fesli, kahverengi paltolu, beyaz yelekli, Bismark pantolonlu, krem eldivenli, camgöbeğinin üstü laden benekli boyunbağlı bir efendinin üstünde durdu.”
(Camgöbeği yeşile çalan mavi. Laden beyaz, pembe sarımtırak bir süs bitkisinin rengi)
“İskarpinleri ne renktedir, diye bakayım derken, bir çift kolla atlı bir araba engel oldu. Kır bıyıklı, devetüyünün açığı kostümlü ispir ‘varda!’ deyip duruyor. Bir madam, fakat şık. Başındaki şapkaya bizim bahçenin çiçeklerini yığsanız yine de az gelir. Gülkurusu renginde kartopu gibi iki çiçek, arasından parlak, koyu eflatun renkli bir tüy ile iki tarafından al ebrulu iki tüy daha. Şapka kenarının biraz yukarısında bir sıra vişneçürüğünü andırır, gelincik alına benzer leylak renkli çiçekler var. Beyazı çok, siyahı az bir tül. Ondan sonra galibardanın açığı, bombeli, gerdan tarafından rüzgâr ile kabarık ceketimsi bir şey. Yenlerinde horozibiğinin açığı dantelâlar, belde tokalı, siyah İngiliz kemeri, ayaklarda bal rengi bir iskarpin”
(Galibarda, kırmızı ve mavinin eşit oranda karıştırılarak elde edilen renk, fuşya?)
“Büyükannesi olacak ihtiyar bir kadın… Güvezimsi feraceli, mangal kapağı yaşmaklı, ayağında rugandan yapılmış yarım potin, elinde tarçın renkli şemsiye var.”
(Güvez, koyu ve mora yakın kırmızı)
“Doru ata binmiş birisi, ak saçlı, bitkin bir ihtiyar; baklakırı, yağız, demirkırı beygirler; boz bir merkep, alaca giysili biri, alaca benekli bir hayvan, vapurdumanı gözlüklü bir sakat, kahverengi boyalı bir çerçeve, kırçıl bir gazete dağıtıcısı, koyu yeşil gözlü bir kız çocuğu, havaî kâğıda sardığı paketi koltuğunda tutan bir ağa, düz, kumral, siyah saçlı madamlar, yeşile çalar renkte bir ser ve sandık, esmer, beyaz, siyah, buğday renkli, koyu esmer insanlar, pembe çarşaflı bir hanım… Kısacası renklerin derece derece çeşitlenişini gösteren bir genel görünüş ki bunu her yerde görmek nasip olmaz.”
(Vapurdumanı koyu gri renk. Havaî, hava rengi, açık mavi)
“Gözlerimde bir siyahlık. Mesela geceyi sarı, sabahı yeşil, denizi beyatî peşrevi notası, çölü keder gölü, dağı ümitsizlik dalgası, bağı kuzukulak tarlası, evi siyah bir deniz gibi görüyorum.”
“Geçen gün Köprü üzerinde renkleri araştırmayla uğraşmış, özünü de yazmıştım. Yazar dostlarımdan birisi bu konuda konuşmak istemiş, gelmiş beni bulamamıştı. İade-i ziyarette bulundum. Hemen renkler üzerine konu açıldı. Dolayısıyla dil meselesine geçildi. Dilimiz için renk seçilseydi, hangi renk olurdu diye bir soru sordu. Dile renk yakıştırılır mı? Mavi desem olmaz, turuncu yakışmaz. Al, pembe, siyah; hiç alakası yok. Yakışacak bir renk bulamadığımı söyledim. Kendisinin bulduğu rengi sordum. ‘Birkaç rengin birleşmesinden olma, mozaik’ diye cevap verdi.”
“Kara annemin hotozunun hal dili, mutfakta ateşin karşısında al al oldum. Gerçi saçlarım kıvırcık sonbülî. Gözlerim kara, rengim siyah, fakat al ki al hafifleştirilmiştir, diyesiymiş. Gördüğüm başka bir hotoz, kara annemin hotozu gibi al değil, kırmızı da değil, koyu ateş rengi diyeceğim geliyor.”
“Adalar hattına bilet almak için gişeye varılır. Üç çeyrekle uçuk çividî, mor renkli dikdörtgen bir bilet alınır.”
“Şiişşt. Geliyor sesleri işitiliyor ve yer açılıyor. Kırmızı fesi oturma kalıp, püskülü sağ tarafa eğik, bol, kara, bükük kaşlı, sağı biraz kayık siyah gözlü, buğday renkli, kıranta bıyıklı, elde kavuniçi şemsiye, devetüyünün koyusu ganet, beyaz gömlek, yuvarlak düğme, fiyonga kravat, yenden cepli ceket, pike yelek, çizgili pantolon, kırmızı potin, dik yürüyüşlü, hiddet ve neşeyle karışık, vakar ve gururla donanmış biri görünüyor.”
“Direklerarası dopdolu. Neler gördük neler! Bu ramazanın listesi şöyle:
1-Sıfır numara kalıp fes. Siyah, püskülü iri.
2-Saçlar Brezilya kahvesinin koyu kavrulup sulu pişmiş rengine boyanacak. Yan filizleri kulak kemiğinin ardına uzanacak.
3-Alın, fesin sol kaşa eğimli olması lazım.
4- Kaşlar, yukarı doğru fırçalanacak.
5-Gözler gayet sürmeli, biraz süzük.
6-Yanaklar, pembe pudra ile yumuşatılacak
7-Bıyıklar, ne küt, ne sivri. Dudak hizasında düz bir çizgi gibi duracak.
8-Dudaklar, her zamanki renginde
9-Dişler, gülerken, esnerken görünmeyecek
10-Yaka, dik ve düz
11-Kravat, şerbet renginde vişneçürüğü
12-Pardösü, düz siyah üstüne mavi kum
13-Yelek, açık, çift düğmeli
14-Pantolon, koyu siyah mavi üzerine dalgalı, paçalar dar
15-İskarpin, lustrin bağlama
16-Çorap, hafif kavuniçi üstüne eski bir paralık”
Gene Ahmet Rasim’in Eşkâl-i Zaman adlı eserinde de tasvirlerde renklere epeyce yer verilmiştir. Bunlardan birkaçına göz atacak olursak hayli yekûn çıkacaktır.
Mesela Kopuk adlı yazısında kahramanı şöyle tarif ediyor: “Çivit mavisi gözleri derinden gelen ışınlarla hep kızarık. Yüzü onlarda sütlaç denilen çiçek bozuğu, bıyıklar açık sarı, dudaklar kavruk, çene konuşma tarzının zorlamasıyla çıkık, yukarı çeneden iki ön dişinin düşmesinden dolayı fısırık, pire ısırıklarıyla lekelenmiş görünen boynu, büzme gömleğinin taş düğmesine kadar açık. Alttan üstten bir iki düğmesi açık yeleğini omuz ense taraflarından soluk kahverengi ceketinin eteklerini yukarıya, kollarını dirseğe doğru çektiği halde kirden kendi rengini kaydetmiş olan açık patates kuşağını, esasen arkası sarkık güvezi pantolonu ile beraber aşağı indirerek alaca, topuğu yırtık çoraplarla ökçesine bastığı yemenileri üzerine bütün bütün düşürmüştü.”
(Fısırık, konuşurken fıs fıs sesler çıkaran.)
“Seyrek kirpikli, şiş kapaklı, beyazı tek tük kanlı beneklerle lekelenmiş, iris tabakasının kenarları yarı pişmiş yumurta akı renginde, ayazların tesiri ile etli tümsek burnunun ucu kızarık, enfiye, nargile, tütün, çay tesiriyle bıyığının bu semte komşu olan kısmı açık zifiri; yanaklarından azmış sakalı gerdanı boyunca kaplamış”
“Düz yaka siyah fiyonga kravat, yakası mor kadife tüylü palto, ceketle bunun arasına girmiş kahverengi triko atkı, lâhuraki kumlu yelek, çizgili pantolon…”
Bir dostuyla muhabbet ederken yaptıkları konuşmada da renklerden yararlandığına şahit oluyoruz.
“Cenap Şahabettin’i tanır mısın?”
“Nasıl tanımam? Az uzun boylu, mavi gözlü, kırca sakallı” DEVAMI YARIN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.