Memet Şahin
Sivas Gazi Lisesi’ne İlişkin Birkaç Anı Kırıntısı!!!!!
Geçenlerde İlimizin yerel gazetelerinin internet siteleri arasında “gelişigüzel” bir şekilde gezinirken; “eskiyen bazı okul binalarının yıkılarak yenileneceği” başlıklı haberlere denk geldim. Bu okul binaları arasında, maalesef, en güzel çocukluk ve gençlik anılarımızın geçtiği Sivas Gazi Lisesi de bulunuyordu. “Binanın yıkılacağı” yönündeki sözcükler, beni çok tuhaf bir hüzne sevk etti!!!! Bir anda, sanki yıkılacak ve yerle bir olacak olan bina değil de, yaşadığımız bütün bu “acı-tatlı” anılarımız olacak gibi bir hisse kaptırdım kendimi!!!!
Hiç unutmam Sivas Gazi Lisesi, 1979-1980 Eğitim-Öğretim döneminde “ortaokul-lise” bitişik olarak faaliyete başlamıştı. 80 Öncesi, “sağ/sol” bölünmesinden dolayı toplumun oldukça politikleştiği, dolayısıyla sürtüşmelerin, kavgaların zirve yaptığı bir dönemdi. Bu durumdan bizim okulumuz da payına düşeni almıştı. “Sağcı/ solcu” gençlerin kavgalarını engellemek için, polisler okul çıkışında nöbet tutarlardı Türkiye’deki pek çok eğitim kurumundaki gibi….. Yaşı elli’nin altında olanlar bilemezler gayet doğal olarak, bu yıllar, insanların her gün “öldürülenlerin arasında bizim de çoluk çocuğumuz ya da akrabalarımız var mı acaba?” diyerek radyo ya da tek kanallı TRT’den haber bültenlerini “pür dikkat” dinledikleri yıllardı. Allahu Teala bu kara günleri bir daha yaşatmaz bizlere inşallah.
Toplumsal çatışmaların sona erdiği 80 sonrası, bizler için “ortaokul”un başlangıç yıllarına denk geliyordu. Çoğu insanın “kıt-kanaat” geçindiği, evlerine “zar-zor” ekmek götürebildikleri, genel bir yoksulluk zamanlarıydı bu zamanlar. Ortaokul’dan bir sınıf arkadaşımın, sanayiden bulduğu birkaç atık rulman ve uzun bir tahta parçasıyla “dizayn”!!!!! ettiği ve üzerine binilip ayakla idare edilen taşıtla!!!!!, Cuma Pazarı’nın üstünden alt kısmına doğru, büyük bir keyifle (sanki son model bir taşıta biniyormuş gibi) yaptığımız yolculuklar aklıma gelir. Ya da yaptığımız mahalle maçları sırasında patlayan plastik topumuzu çarşıya götürüp yamalattığımız ve onu yeniden “hayata döndürdüğümüz” günler. Şimdilerde son model marka futbol ya da basketbol toplarıyla maç yapan gençler bütün bunları nereden bilecek!!!!!
Ama o zamanların “yoksulluğu ve yoksunluğu” bile çok güzel ve değerliymiş!!!!! O yıllar, insani ilişkilerin “içten samimi- karşılıklı sevgi saygı” esaslarına dayandığı zamanlardı. Demek ki “varlıklı olma-insani değerler” denkleminde, birinin payı artarken, diğerinin payı azalıyor kaçınılmaz olarak!!!! Tıpkı günümüzdeki gibi!!!!!
Altı yıllık ortaokul-lise öğrenim boyunca ( O zamanlar ortaokul ve liseler, üçer yıldı malum) bana en ilginç gelen, aklımda en çok yer eden çarpıcı izlenimlerden, hatıralarımdan birisi de, lise 1. sınıf öğrencileriyken bizlerden iki sınıf üstte olan Ahmet Işık adlı öğrenciye ilişkin olanlardı.
O sıralarda okul müdürümüz, uzun yıllar Sivas Milli Eğitim Müdürlüğü’nde şube müdürlüğü ve müdür yardımcılığı yapan ve şu anda Sivas Türk Hava Kurumu şube başkanlığı görevini ifa eden Sabahattin Erbıyık Bey’di. Kıymetli hocamız, öğretmenler ve öğrenciler arasında “çalışkanlığı, disiplini, sertliği ve düzen” anlayışıyla tanınır ve bilinirdi. Söylediğimiz gibi, o yıllar “yokluk” yıllarıydı. Okullar, günümüzde olduğu gibi son model bilgisayarlar, yazıcılar, sıralar, akıllı tahtalar, eğitim-öğretim materyalleriyle teçhiz edilmemişlerdi!!! Kara tahtalı yıllardı o yıllar!!!!! Derse gelen öğretmen, tebeşiri öğrenci göndererek idareden tedarik ederdi!!!!!!
Sabahattin Hocamızla yaptığımız bir sohbet sırasında bizlere “her Cuma günü mesai bitiminde belediye otobüsüne binerek,( O zaman son model şahsi otomobiller nerede!!!!) o zamanki adı “Ticaret Lisesi” olan Şehit Ahmet Eyce Ticaret Mesleki Teknik Anadolu Lisesi’ne bizzat giderek getirdiği daktilo ile Cumartesi-Pazar günleri Gazi Lisesi’nin resmi yazışmalarını okul memuru ile birlikte daktilo ettiklerini ve pazartesi sabahı tekrar daktiloyu Ticaret Lisesi’ne iade ettiklerini” anlatmıştı!!!!!
O zamanlar okulumuz “ikili” eğitim-öğretim veriyordu. Lise’ye devam ederken, derslerimiz çok erken (aklımda yanlış kalmadıysa) 07:30 gibi başlardı. Okula sabahları giderken bir öğrenci hep dikkatimi çekerdi. Ceketinin önü sürekli düğmeli, saçları üç numara traşlı, şişe camı dibi gibi kalın gözlüklü, içinde kitap dolu bavul gibi bir çanta taşıyan Ahmet Işık. Ahmet Işık, geliş-gidişlerde ve okulda mecburiyetler dışında hiçbir öğrenciyle konuşmaz, teneffüslerde bile dışarı çıkmayarak sürekli ders çalışırdı. Çok içine kapanık ve utangaç bir insan izlenimi veriyordu.
Ahmet Işık’ın ailesinin çok yoksul olduğunu ve “bir göz ” bir yerde ikamet ettiklerini duymuştuk. O kadar ki, yıllarca giydiği belli üzerindeki takım elbiseyi, okulun hocaları kendi aralarında para toplayarak almışlardı. Çok zeki birisi olduğu, lisedeyken üniversite ders kitaplarını okuduğu, yaz tatillerinde bile sürekli ders çalıştığı, hocaların çözemediği zorlukta soruları bile “kalaylıkla” çözdüğü anlatılırdı öğrenciler arasında kulaktan kulağa…..
Kötü bir kadersizlik, lise son’da ÖYS sınavına girişinden az bir zaman önce ( O zamanlar şimdiki gibi TYT, AYT değil de ÖSS (Öğrenci Seçme Sınavı) ve ÖYS (Öğrenci Yerleştirme Sınavı vardı ), babasını kaybetmişti. Okulumuz Müdürü Sabahattin Bey’in ve hocaların zorlamasıyla ve “ağlayarak ” sınava girmesine rağmen, Türkiye’de ilk beş yüz arasına girerek, en seçkin öğrencilerin girebildiği Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Mühendisliğini kazanmıştı.
Hacettepe Üniversitesi Hidrojeoloji Mühendisliği’nde okuyan ve Ahmet Işık’la aynı yurtta kalan ağabeyim de onunla ilgili gördüklerinden ve şahit olduklarından bahsederdi sık sık: Bir akşam yurt ışıklarının kesilmesinin ardından, yanan sokak lambası altında kitap okumaya devam ettiğini, okuldaki yemek sırasını beklerken elindeki ders kitaplarını okuduğunu anlatırdı.
Ahmet Işık, bu bölümü bitirmesinin ardından eğitimine devam etmek için ABD’ye gider, Burada ciddi psikolojik sorunlarla karşı karşıya kalır, Türkiye’de bir üniversite’de profesör olarak çalışır. Fakat sonrası bize meçhul. Her zaman olduğu gibi: Dehanın trajedisi……
Çok güzel günlerimizin geçtiği Gazi Lisesi’nin önünden her geçişimde, anılarım “bir film şeridi” gibi gözümün önünden geçer. Anılarımın tuhaf hüznü, olanca ağırlığıyla üzerime çöker.
Sivas Gazi Lisesi, 80’li yıllarda bir “varoş” okulu sayılmasına, bütün imkansızlıklarına rağmen, pek çok başarılı öğrenci yetiştirerek ilimizdeki saygın yerini çoktan almış bulunuyor!!!!
Dönemimden Sivas’ta kalan birkaç arkadaşımdan birisi olan Murat Kamışlıoğlu, Cumhuriyet Üniversite’sinde akademisyen olan Adem Ceyhan, ağabeyim Murat Şahin Bey’lerle Taşhan’da oturarak, bulduğumuz her fırsatta o günlere “nostaljik” dönüşler yapmaya çalışıyoruz. İyi ki vardın ve varsın Gazi Lisesi !!!!!!!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.