
Yunus BUDAKTAŞ
Musalar ve Firavunlar
Günler, aynı oyunun farklı sahneleri gibi akıp gidiyor. Herkes kendini bir Musa sanıyor, karşısındakini ise Firavun. Oysa hikâyede bir deniz var, bölünmesi gereken. Ama suyun iki yakasında bekleyenler, denizi yarıp geçmek yerine birbirlerini boğmaya yemin etmiş gibiler.
Her sabah yeni bir perde açılıyor. Dün kutsal olan, bugün lanetleniyor. Dün “halkın iradesi” denilen, bugün “körlük” ilan ediliyor. Kimse dinlemiyor, kimse duymuyor. Herkes haklı, herkes mazlum, herkes kahraman! Peki ya kim zalim? Karşıt görüşte olmak, kötü olmanın garantisi midir? Yoksa kötü olan, artık kendi masalına bile inanmayan ama yine de oynamaya devam edenler midir?
Şimdi her düşüncenin bir mabedi var. Dualar, sadece kendi yankısını buluyor. Kimse anlamak için sormuyor, sorduğunda bile cevap almak için değil, savaş başlatmak için soruyor. Kalemler artık yazmak için değil, saplamak için kullanılıyor. Herkes bir büyük anlatının kahramanı olmaya çalışırken, anlatının içi bomboş kalıyor. İnsanlar Musa gibi konuşup Firavun gibi yaşıyor. Kendi hikâyelerinde mazlum rolünü üstlenirken, başkalarının hayatında zalime dönüşüyorlar.
Ve biz her gün yeni bir gündeme uyanıyoruz. Önceki günün kahramanı, bugünün hainine dönüşüyor. Kimin Firavun, kimin Musa olduğu ise her sabah değişiyor. Ama ne garip ki, hiçbirimiz denizi yaramıyoruz. Belki de en büyük yanılgımız, Firavun'un sadece karşı kıyıda olduğunu sanmamızdır. Oysa bazen, insan en büyük putu kendi içinde taşır...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.