
Dr. Doğan KAYA
B. HALK HİKÂYELERİ- 1. ESMEHAN
Aldı bakalım Esmehan:
Bürünmüşüm şu feleğin yasına
Can dayanır mı gönül pasına
Kurban olam kıratının sesine
Açtım kapıyı da gardaşım gelmiş oy!...
Dedi ki;
-Gardaşım olmaya gardaşımsın amma, ben yine de inanmıyorum. Pencereye gel.
Osman Bey pencereye geldiği zaman, bacısı;
-Sağ omuzunu aç, dedi.
Sağ omuzunda bir lira büyüklüğünde bir beni vardı. Esmehan, Osman Bey'in benini görünce;
-Amman! gardaşım, dedi.
Kapıyı açtı, öpüştüler, koklaştılar. Hasretlik onbeş yirmi gün olmuş, görüşmeyeli.
-Eee...Gardaşım, nerede anam, babam?
-Onlarında artık günü bitmek üzere,dedi. Beni sana haberci ve müjdeci olarak saldılar. Bacım, Mulla nerede Mulla?
-Mulla, işte delikanlılık, gençlik arkadaşlarıyla bazan sohbete dalıyorlar, bazan gelmeyebiliyor, dedi. Bugün de gelmedi. Genç adamdır, olur böyle şeyler, dedi. Yapmış olduğu hareketleri söylemedi.
-Eee!.. Bacım, ben seni şimdi anama babama götüreceğim. Bu andan tezi yok sen giyecek, değişecek elbiselerini al. Hemen ata bindirip götüreceğim, dedi. Şimdi Esmehan başladı, kendi değişik elbisesi olacak eşyalardan bohçaya çıkınlamaya. Esmehan'ın görmez tarafından gömleğinin birini aldı. Sardı, eletti, atın üstündeki heybeye koydu. Esmehan giyindi, kuşandı, kardeşinin terkisine bindi. Osman Bey de atına bindi, devam ettiler. Gecenin bir yarısında Şam'dan ayrıldılar.
Mulla, gecelerin yarısından sonra deli dana gibi gezip dolaşırken geliverdi ki, Osman Bey'in atının izi kapıda ve Esmehan yok. "Tamam, dedi. Bu iş hallolmuş." dedi.
Hemen içerleri silip süpürüp eve sahip olmaya başladı.
Aldı bacısını Osman Bey, artık yol almaya başladı. Sabah oldu, güneş değdi, gidiyorlar. Öğlen oldu bir yüce dağın başına çıktılar. Bu yüce dağın başına Evren Dağı derlerdi. Bir yeri Bağdat'a ait, bir yeri de Şam'a aitti. Orası Bağdat'la Şam'ın hudut dağıydı. İsmine Evren Dağı denirdi. Issız, kayalık, ormanlık, bütün yırtıcı mahluklar burada bulunurdu. Yani bir insan olarak o dağda kimse gezemezdi. Bir insana bir hafta işkence yapsalar, imdadına bir insan kulu yetişmezdi. Osman Bey, dedi ki: "Bu daha ata binmedi, yorgun, burada inelim, bir istirahat alalım. Bu hemen uykuya kapılır, ben atıma binip yoluma devam ederim. Yazık, ben bunun kanlısı olmayım. Elime bir şey geçerse öldürür, gömleğini kana bularım. Yahu babamı kandırmak basit. Yazzık..Belki bir insan oğluna kısmet olur da, ölmesin, bunun bir kabahati yok."
Şimdi efendim...
-Bacım, dedi. Yorulduk, hiç de inelim demiyorsun.
-Aman gardaş! Ben vallahi söylemiyordum, dedi. Ben attan düştüm, öldüm.
İndiler. Şu çam güzelmiş, şu ağaç şöyleymiş, şu taş daha şöyleymiş derken Esmehan bir uyudu ki, amma üç günde ayıkamaz. Yorgun vücut...Osman Bey atına binerken aklına geldi dedi ki, "Yahu burası Evren Dağı... Belki yırtıcı mahluk gelir yanına." Hemen Esmehan 'ın bohçasını açtı. O devirde bütün ağaların, beylerin, çocukların "kalem-traş" bıçağı denilen bir bıçağı olurdu. Bunu Esmehan'ın bohçasından aldı ve Esmehan'ın döş cebine koydu."Haydi bacım, Allah'a emanet ol!" dedi.
Osman Bey, gitmeye başladı. Osman Bey'in ve atının davışları ordan kesilir kesilmez, büyük bir evren geldi. Esmehan'ın ayaklarından yutmağa başladı. Her sömürmeye dört parmak alıyor. Diz kapaklarına kadar geldi. Esmehan, o an canının acısıyla bir uyandı ki, büyük bir mahluk gelmiş, kendini yutacağı belli, yutuyor. Sağa sola bağırdı, çağırdı bir de baktı ki, gardaşı ata binmiş gidiyor. Bakalım, Esmehan orada gardaşına ne söyledi, burada arkadaşlar ne dinledi:
Gediyon mu bre gardaş gediyon
Bindin atına da gediyon
Bacını şimdi kurban ediyon
Dön gel gardaş dön gel, kurtar beni oy!...
Bu sesi duyan Osman Bey'in altındaki at, dört ayağını yazıya verdi ki, kıpırdamıyor. Osman Bey, geri kulak verdi, dinledi ki, Esmehan'ı bir evren yılanı almış ve gardaşından imdat olarak,"Dön gel, kurtar beni!" diyor."Ulan, bunun bıçaktan haberi yok. Bu evren denilen mahluk, yakmak ve kesilmekten gider. Başka bir şeyden gitmez. Yakmak ve kesmek.. Şuna bıçağın yerini tarif edeyim de, yazzık ölmesin," dedi.
Bir mektup okudum bakmam yüzüne
Bindim atıma da gediyom izine
Çıkar bıçağını da sen ver ağzına
Kurtulun bacım sen de kurtulun oy!...
"Lan! Ben de bıçak da varmış." diye Esmehan, döş cebine elini attı ki, bıçak orada. Artık aldı bıçağı beriden öte "Evrenin ağzının kenarı mı?" diye verene kadar, evrenin bir metre yerini doğradı, attı. Al kanlar içinde tuvarlanarak can verdi, gitti.
Artık kuşaktan aşağı mecal kalmamış, ne yapacağını şaşırttı.
Artık o orda yaşayadursun alalım Osman Bey'den haberi...
...................................................
Osman Bey, dağın öbür tarafına iniverdi. Bir ova, bir yazı...Bir Keloğlan, önünde üç yüz-beş yüz koyun...Koyun güdüyor. Kel amma nasıl kel; boynunda boz tüy bile yok. Kafası bal kabağı gibi. Kafasında bir oğul sinek, kelin kemrelerine konuyor. Önünde iki köpek birbirine girmiş, boğuşuyorlar. Keloğlan da onları seyrediyor. Osman Bey;
-Ulan yazzık değil mi bunları boğuşturuyorsun?
deyip kılıcı çekti. Köpeklerin ortası mı deyip atana kadar, köpeklerin kafaları bir tarafa, gövdeleri bir tarafa ayrıldı.
-Oğlum sana ne benim köpeklerimden. Öde bakalım benim köpeklerimi!
-Kaç lira?
-Birer lira.
-Al sana beş lira, dedi.
Atından indi. Esmehan'ın gizlice aldığı gömleğini köpeklerin kanına buladı. Onu da sardı geri heybeye koydu.
-Haydi Allahaısmarladık, dedi.
O yoluna devam etti. Alalım Esmehan'dan haberi;
........................................................
Esmehan, yatarak, sürünerek bir değnek buldu eline. Bazan değnek, bazan falan derken tepenin en yüksek yerine, zirveye çıktı. Sağa sola bakıyordu. Açlık susuzluğa garışmış; yiyecek bir şey yok. Bir baktı ki, keskin bir dere, derenin dibinde tek bir çınar ağacı, başı görünüyor. Bütün kuşlar bu çınarın başına toplanıyorlar. Öğleni geçti, ikindi vakti şöyle bir düşündü. "Babam bazen sohbet anında bizlere anlatırdı. Çocuklar, ola ki, bir garip ele düştüğünüz zaman en kötü şey susuzluk, su bulmanız için çınar ve kavak ağacını takip edin. Demek ki, burada su var."
Efendi başka işi yok. Yuvarlanarak, tuvarlanarak, ine ine geldi ki, bir çınar ağacı. Bedenine golan dolanmaz. Bütün kuşlar başında ve çınar ağacının dibinde pınar; içi ayna gibi...Başında otlar diz boyu...Elini yüzünü yıkadı. Bir avuç su içti ki, açlık serine geçmiş. Şu ot güzelmiş, şu ot şirinmiş derken otlardan karnını doyurdu. Güneş batmaya başladı. "Lan, nerede yatarım ben. Hele şu çınar ağacına bir çıkayım."
Biraz yukarı yarı yerine kadar çıktı ki, oradan bir dal ayrılmış, ora bir koğuklaşmış böyle, Esmehan'a göre bir yuva...Tamam. Akşam olduğu zaman çıkıp yatıyor, sabah olduğu zaman iniyor. Oradaki otlardan yiyor, çıkıyor kuşlarla arkadaşlık ediyor.
O orada yaşayadursun, alalım Osman Bey'den haberi:
...................................................
Osman Bey vardı Hicaz'a, babasına kanlı gömleği verdi. Hoca hakkını helâl etti. Günleri bitti, vardılar Şam'a. Karşılandılar. Hoca'nın namusunu temizlediği için Mulla'nın sevgisi beş misli daha arttı. Mulla'nın kılıcının her tarafı kesiyor. Mulla'nın lafının üstüne laf yok artık. Hoca, yine camisine ve şeriatına devam ediyor. Esmehan da çınarın koğuğunda yaşamaya devam ediyor.
Şimdi, çınar ağacı Bağdat bölgesi içerisindeydi. O devirde Bağdat padişahlıkla yönetiliyordu. Bağdat padişahı Ahmet Bey, evlât olarak tek bir oğlu vardı. Oğluna kendi adını vermişti. Oğlu yetişti, delikanlı oldu. Padişah üzülmeye başladı. Çevrede ne kadar ağaların, beylerin kızlarını teklif ettiyse de;
-Oğlum! Seni evlendirelim, yuva kuralım,
dediyse de Ahmet Bey kabul etmedi. Sebebi de;
-Baba sen padişahsın, bunlar senin evlâdın olur, dedi.
Babası;
-Oğlum! "Bekâr kuşun yuvası olmaz." Beylik nasıl sürer? Ben öldüğüm zaman beylik kime kalacak?
Birgün akşam birinci veziri çağırdı. Padişah dedi ki;
DEVAMI YARIN
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.