Albenili Dünyada Huzuru Beklemek

Biliyorum, her şey kalpten başlıyor. O sessiz, karanlık odacıkta ne saklıysa, çevremize yayılan koku da o oluyor. Bir çiçeğin kokusu... İyi de, bizim içimizdeki çiçek ne? Binlerce yıldır bu toprakların üzerinde koşan, acı çeken, âşık olan, inşa eden, yıkan ve yeniden kalkan her birimizin kalbinde, ne tür bir çiçeğin tohumu vardı? Ve o tohum, bu toprağın ruhuyla nasıl birleşip bugünün kokusunu veriyor?

Düşün ki, dün dedelerimizin, ninelerimizin dünyası. Maddiyatın ve makamın bu kadar öncelikli ve keskin bir hâkimiyet kurmadığı, zamanın akışının biraz daha ahenkli ve yavaş, daha ritmik olduğu günlerdi bir zamanlar. Onların kalbindeki çiçek, sanırım daha çok bir erguvandı. Görkemli, kısa ömürlü bir coşkuya sahip, ama kökleri derinlerde. Onların bıraktığı etki; hayatın her yönüne sinmiş helal lokma kokusu, bir komşunun derdine ortak olmanın ağırbaşlılığı, bir kişinin sessiz sedasız ve karşılıksız onardığı çeşmenin serinliğiydi.

O zamanlar, insan çevresine bir emanet bilinciyle yaklaşıyordu. Toprak, hava, su, hatta hayvanlar... Hepsi, yalnızca ve hakları gözetilmek koşuluyla kullanma izni verilmiş, kıymeti bilinmesi gereken bir lütuftu her insan için. Kalplerindeki o manevi çekirdek, ‘ben’ yerine ‘biz’in kapsamındaydı hep. Çiçeğin kokusu, bireysel bir parfüm olmaktan çok, tüm bir bahçenin ortak, huzur veren rayihası gibiydi. Bu, o derin halet-i ruhiyenin, yani ruh halinin, dış dünyaya yansıyan en saf biçimiydi. İnsan, ekonomik olarak ne kadar güçsüz olsa da, çevresine olan borcunu, Yaradan’a olan aşkını unutmayan bir varlıktı. O yüzden, zorluklar onların ruhunu kirletmek yerine aksine bir çelik gibi dövüp keskinleştiriyordu. Kederde bile bir tevekkül vakarı vardı.

Peki ya bugün? Kalbimizdeki çiçeğin kokusu neye benziyor?

Bugünün insanı, hızın ve gürültünün ortasında savrulmuş bir orkide gibi. Albenili, gösterişli, hatta kimi zaman yapay bir tazelik sunan, çekici cezbedici. Ama kökleri saksının daracık toprağına sıkışmış, küçük bir esintide kolayca devriliveren... Etrafımıza bıraktığımız etki, artık bir yuvanın sıcaklığındaki huzur değil, betonarme blokların arasında yankılanan karşılığı olmayan bir ses, bir hızlı tüketim furyasının bıraktığı çöplük ve en önemlisi, anlamsızlığın puslu kokusu.

O emanet bilinci, ne yazık ki bir tüketim hırsına dönüştü günümüzde. Çevremize bakıyoruz: Her şey ‘sahip olunacak’ bir nesne gibi değerlendiriliyor sadece. İlişkilerimiz, zamanımız, hatta kendi duygularımız bile böyle. Kalbimizdeki o manevi boşluk, sürekli daha fazlasını arzulayan, doymayan bir açlığa yol açıyor. İnsan, kendi içindeki çiçeğin maneviyatla beslenen saf suyunu kurutup, yerine dünyanın geçici ve cezbedici arzularıyla sulamaya çalışıyor.

Dünün insanı, yalnızlığı Allah’a ibadet ve yakınlıkla doldururdu; bugünün insanı ise kalabalıklarla boğuyor. Dünün insanı, bir dua ile sükûnet bulurken; bugünün insanı, bir bildirim sesiyle yetiniyor ve sarsılıyor. Bu, halet-i ruhiyedeki en büyük kırılma anı. Dışarıya saldığımız koku, artık huzur değil, kaygının ve endişenin ağır, metalik kokusu, yarın için bitmeyen endişeler kaosu. Herkes kendi ‘ben’ini bir cam fanus içinde sıkıştırırken, o cam fanus, dışarıdaki gerçek hayatın kokusunu içeri alamıyor.

Ama biliyor musun, yine de bir umut var. O eski nüve, o erguvanın kökü, bu toprağın derinliklerinde hâlâ bekliyor. “Her kalp, kendi içindeki çiçeğin kokusunu verir.” Evet. O halde, kalbimize ne ekiyor, neyi yeşertiyoruz? Eğer farkındalığımızı, sevgimizi, başkasının acısına duyduğumuz o ince manevi sızıyı tekrar canlandırabilirsek, yani o hikmetli mirasa geri dönebilirsek, o zaman, çevremize bıraktığımız etki de koku da değişecektir.

Bu, bir sanat eserine bakarken hissettiğimiz o sonsuzluk duygusuna, bir çocuğun samimi gülüşüne, bir yaşlıya gösterilen hürmete tekrar yönelmektir. Kalplerdeki o çiçeğin köklerini tekrar manevi toprağa salmak, onu gönül suyuyla beslemektir. Yalnızca o zaman, dünün erguvanının asil ve huzurlu kokusuyla, bugünün orkidesinin canlılığı birleşebilir. Ve ortaya, hem dünyevi sorumluluklarını bilen hem de ruhunun duyarlılıklarıyla yaşayabilen daha olgun, daha kuşatıcı bir rayiha yayılabilir.

Bu koku, çevremizi yalnızca güzelleştirmekle kalmayacak, aynı zamanda dünden bugüne uzanan o kadim manevi bağın, kesintisiz bir solukla hâlâ var olduğunu yeniden yaşatacaktır bugüne ve gelecek nesillere...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim YASAK Arşivi

Eylül Sadece Bir Ay Değildir

21 Ekim 2025 Salı 11:43

Bir Ömre Neler Sığabilir?

03 Eylül 2025 Çarşamba 11:27

Endişe ve Kaygının Kıskacı

26 Ağustos 2025 Salı 11:41

“Ne Dem Baki Ne Gam Baki”

24 Temmuz 2025 Perşembe 13:08

Sözün Özü, Özün Sözü

03 Temmuz 2025 Perşembe 11:04

“Bayram o bayram ola...”

03 Haziran 2025 Salı 10:19