Bulutsuz Gökyüzünde Yağmur Beklemek

Günümüz insanı yüzeysel olarak gördüğü olaylara odaklandığı günden beri, asıl kaynağı gözden kaçırıyor hep… Bu durumun getirdiği hüzünlü yabancılaşmayı en derin ve en veciz ifadelerle Cahit Zarifoğlu şöyle ifade ediyor:

“Asıl marifet buluttaydı, herkes yağmura şiir yazdı.”

Şairin bu incelikli sitemi, varoluşumuzun en dokunaklı trajedilerinden birini anlatıyor bize. Hayatımız, yeryüzüne düşen her bir damlanın peşinden koşarak, o damlaları yücelterek geçiyor belki de. Oysa aslında fark edemediğimiz, gökyüzünde sessiz ve eşsiz bir tablo gibi duran öbek öbek bulutların koynunda saklıdır sanki. Biz, göz kamaştırıcı sonuçlara, o sonuçların ortaya koyduğu geçici coşkuya öyle kapılırız ki insanı büyüleyen asıl sebebin ağırbaşlı ve sabırlı varlığını görmez hâle düşeriz genellikle.

İnsanın ruhu, yağmur damlasına benzer bir yönüyle de. Her bir sevinç, her bir başarı, her bir kucaklaşma, günübirlik hayatımızın bizleri huzur okyanusuna sevk ettiği anlardır. Biz kaynağından daha çok sonuca odaklandığımızdan ve bu hoş anları kutlar, alkışlar ve destanlaştırırız adeta. “Ne güzel bir an,” deriz. “Ne harika bir duygu.” der, fotoğraf karelerinde sabitler, paylaşır, şiirler yazar türküler dinleriz onun üzerine… Oysa o sevincin tohumu, o büyüleyici güzelliğin kaynağı, o kucaklaşmanın nedeni çok daha derinlerde gözlerden ırak yerlerdedir hep. Asıl emek, asıl çaba, asıl fedakârlık, tıpkı yağmur öncesi bulut gibidir; kimsenin görmediği o hüzünlü bekleyişteydi. Geceler boyu uykusuz kalışlar, yüreğe çöken kaygılar, sessizce dökülen gözyaşları gibidir hep… İnsanlar, sonuçların etkisine kapılırken, bu derin ve yavaş işleyen süreci, o yağmura gebe olan “bulut”a bizleri mest eden kıymeti ve anlamı önemsemezler bile.

Bu, bir yabancılaşma hikâyesidir aslında. Sadece etrafımızdaki bulunanlara değil, kendimize de. Kalbimizde bir fırtına kopar, bir hüzün çöker o anlarda. Ve biz o fırtınanın yeryüzüne yansıyan dalgalarıyla meşgul oluruz; damlalarla, ipil ipil yağan yağmurlarla. Sağanak sağanak duygu boşalır yüreğimize… Bir ayrılığın acısına şiirler yazarız. Yazarım ama o acının nedenine, kalbimizi paramparça eden o asıl duyguya bakmaktan kaçınırız. Bir yalnızlığın hüznünü resmederiz ama bizi o yalnızlığa sürükleyen ruhsal hüznün, o “bulutun” varlığını aklımıza getirmeyiz nedense. Çünkü bulut sorumluluktur. Bulut yüzleşmedir. Bulut biriken hüzünlerin ve ertelenen hesaplaşmaların tecessüs etmiş hâlidir. Yağmur ise bir sonuçtur, görünendir, dokunan bahanedir. Kendi içimize dönmemek, derinlerimizi eşelememek için kolaya kaçtığımız bir sığınaktır.

Bu tavır, hayatın özünden uzaklaştırır insanları. Bir insanın dostluğunu, sırdaşlığını, koşulsuz sevgisini, sadece o dostluğun sunduğu anlık faydalara, o sevginin getirdiği geçici huzura indirgemektir. Oysa o dostluğun asıl marifeti biriktirdiği hatıralarda, paylaşılan acılarda, geçirilen zorlu sınavlardadır. O, bir bulut gibi sessizce birikmiş, bizi hayata karşı güçlendirmiştir. Ama biz, o dostun varlığını ancak neticeye tanık olduğumuzda o “yağmur” üzerimize düştüğünde hatırlarız sadece.

Yağmur, yağışıyla bedenimizi de ıslatır, ruhumuzu da… Yağmurdur muhatap olduğumuz, kuşatıldığımız, cam ardından seyrettiğimiz, yağışıyla etkilendiğimiz, şiirimizin türkümüzün ruhumuzun tılsımlı gücüdür... Ama yağmura o cezbedici gücü veren, üzerimize salan bulut öyle mi? Hiç bulutsuz yağmur olur mu?

En büyük trajedi ise buluta şiir yazamayan bir neslin yetişmesidir. İnsanın iç dünyasının kaynaklarını, ruhsal derinliklerini, vicdanının sesini duymayan; sadece dışarıdan gelen şaşaalı ve cezbedici alkışlarla ve popüler olanlarla yaşayan bir nesil… Onlar, yeryüzünü sulayan yağmura hayran olurlar, ama o yağmurun kaynağı olan bulutun varlığından bile bîhaberdirler. Hatta o bulut, onların gözünde sadece gri, sıkıcı ve iç karartıcı bir şey gibi de görünebilir belki de.

Oysa gökkuşağı, yağmurun değil, bulutun armağanıdır.

Biz, bu duygusal ve manevi yabancılaşmanın bedelini ağır ödüyoruz şimdiler de…

İçimizdeki boşluklar yüzeydeki parıltılarla dolmuyor halbuki. Yağmura yazılan her şiir, aslında bir özlem şiiri; çok dikkate alınmayan buluta duyulan ama dile getirilemeyen bir özlem. Bu, ruhumuzun derinliklerinde birikmiş bir garip hissiyat. Zira biliyoruz ki, bir gün bulutlar tamamen dağıldığında, yağmur da duracak ve yağmur da yağmayacak. Ve geriye, kurumuş toprakların üzerinde, yazılmamış şiirlerin yarım kalmış mısraları kalacak, değil mi? Boğazda düğümlenen sözcükler gibi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim YASAK Arşivi

Albenili Dünyada Huzuru Beklemek

25 Kasım 2025 Salı 13:13

Eylül Sadece Bir Ay Değildir

21 Ekim 2025 Salı 11:43

Bir Ömre Neler Sığabilir?

03 Eylül 2025 Çarşamba 11:27

Endişe ve Kaygının Kıskacı

26 Ağustos 2025 Salı 11:41

“Ne Dem Baki Ne Gam Baki”

24 Temmuz 2025 Perşembe 13:08

Sözün Özü, Özün Sözü

03 Temmuz 2025 Perşembe 11:04

“Bayram o bayram ola...”

03 Haziran 2025 Salı 10:19