Halis ALACAHAN
HEM ALANINDA YETİŞMEK, HEM ÇOK YÖNLÜ OLMAK
Ülkemizde eğitimli insan sayımız gün geçtikçe artmakta, modern eğitim yuvalarına kavuşmaktayız. Mevcut lise eğitimiyle beraber gençleri branşlaşmaya yönlendirmeye çalışıyoruz. Hatta zorunlu eğitimle birlikte genç neslin tamamına yakını lise öğrenimini tamamlayarak üniversitelerin çeşitli bölümlerine girip bitiriyorlar.
Yaklaşık kırk yıl eğitim sistemimizin bizzat içinde öğretmen ve yönetici olarak çalışma, eğitimde geçirdiğimiz aşamaları, değişiklikleri yaşama ve takip etme imkânımız ve fırsatımız oldu. Önce kendimize şu soruları soralım;
Üniversite mezunu sayımızın artmasına rağmen, gençlerimiz arasında bilgi ve kültür, o oranda artmakta mıdır acaba? Çeşitli alanlarda insan yetiştirirken sadece kendi alanlarında yetişmiş olmanın yanında, sanata, edebiyata, musikiye, tarihe ve felsefeye meraklı ve aşina, dilimize ve Türkçemize hâkim olan gençleri yetiştirebiliyor muyuz?
Bu insanlarımız elli yıl ve daha önceki dönemlere ait ecdadının yazdığı eserleri ve metinleri, şiirleri okuyup anlayabiliyor mu? Hatta o metinlerdeki ve şiirlerdeki kelimeleri rahatça telaffuz edebiliyorlar mı? Eserleriyle bugün dahi bizleri aydınlatan Fuzulî, Baki, Şeyh Galip, Mevl^^ana, Yunus Emre, Namık Kemal, Peyami Safa, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Necip Fazıl, Sezai Karakoç gibi fikir ve düşünce açısından çığır açan mütefekkir, şair ve yazarlarımızın eserlerini okuyup anlayabiliyorlar mı?
Fikir, düşünce, gönül dünyamıza ve sohbetlerimize zenginlik, derinlik kazandıracak atasözlerimiz, fıkra ve deyimlerimiz konuşma ve sohbetlerimizi süslüyor mu?
Zengin bir kelime hazinesine sahip olan güzel Türkçemize rağmen birçok insanımız, özellikle genç neslimiz meramını anlatırken ve konuşurken bu zenginlikten faydalanabiliyor mu, yoksa gün geçtikçe çok az kelimeyle konuşarak ve yazarak dil açısından daha mı fakirleşiyorlar? Maalesef kısmen olumlu düşünsek de bu sorulara çoğunlukla olumlu cevaplar veremiyoruz.
Hâlbuki yakın zamana kadar, ileri düzeyde eğitim almamış insanımızın birçoğu atasözlerine, halk ve tasavvuf şairlerimizden Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu, Âşık Veysel gibi değerlerimizin şiirlerine hiç de yabancı değillerdi. Bu insanlar sohbetlerini Yunus’un, Karacaoğlan’ın, Âşık Veysel’in dörtlükleriyle daha anlamlı hâle getirirlerdi. Mesnevi‘den, Leyla ve Mecnun‘dan, Ferhat ile Şirin’den aktardıkları kıssalarla başka bir değerimiz Nasrettin Hoca’nın fıkralarıyla sohbetlerini daha da hikmet dolu hâle getirirlerdi.
İleri tarihlere, önceki asırlara doğru gittiğimizde, ilim adamlarımız, devlet adamlarımızın, şeyhülislamlarımızın birçoğunun asli alanları ve görevleri dışında bazılarının şair, bazılarının musikiyle, bazılarının değişik sanat dallarıyla iştigal ettiklerini görürüz. Cumhuriyet döneminde de bu konuda birçok örnek bulunmaktadır.
Sadece birkaçının ismini zikrettiğimiz bu şahsiyetlere ve eserlerine, manevi dinamiklerimize sahip çıkarak silkinerek canlanmamız lazım.
Özellikle sanata, edebiyata, tarih şuuruna sahip, mesleğiyle beraber bu alanlara sempati duyan, zengin kelime hazinesiyle duygu ve düşüncelerini ifade edebilen, donanımlı nesillere ihtiyacımız var.
Bu hususlarda hem bizlere hem de karar mekanizmasındaki insanlarımıza çok iş düşüyor. Yoksa gençlerimizin fikir ve düşünce dünyası fakirleşerek sosyal medyaya hapsolmuş vaziyette, orada okuduklarının ve gördüklerinin etkisiyle yollarına devam etmek zorunda kalacaklardır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.