“Ne Dem Baki Ne Gam Baki”

Hayatın çetin yollarında yürürken, her engebeyi, her kasveti veya sevinci ebedî sanma yanılgısına sıkça düşer insan. Oysa ki insanın ne sevinci kalıcıdır ne de hüznü... Hepsi, bu dünyada hayat boyunca zaman zaman esip giden bir rüzgâr gibidir aslında…

İnsan hayatı inişli çıkışlı, virajlı, kavşaklı badireli uzun bir yolculuktur. Bu yol boyunca insanın tavrı ise, âdeta denizin ortasında fırtınalarla boğuşan geminin direnişi ve yol alışı gibidir. Bazen dev dalgalar öyle azgınlaşır ki insan yutulacağını sanır, bazen sakin limanlara demir attığında sükûnete erdiğini hisseder. Fakat her ikisi de gelip geçicidir aslında. Çünkü dalgalar dinince güneş yeniden doğar, sakin limanların sükûneti yeni fırtınalara gebe olabilir. İşte böylesi gelgitli hayat yolculuğunda insana düşen, yaşamanın sürekli değişim içerisinde olduğu bilincinde olmak ve hiçbir duyguya gereğinden fazla değer vermemektir.

İnsan duygularının etkisinde kalır çoğu zaman…

Hangi acı o kadar derin olabilir ki, zamanın şefkatli dokunuşuyla hafiflemesin? Hangi sevinç o kadar coşkulu olabilir ki, hayatın döngüsünde yavaş yavaş sönüp erimesin? Çünkü hiçbir şey nihayetsiz değildir. Her şey bir dönüşümün, bir değişimin devam eden zincirin parçalarından biridir. Toprağa düşen tohum, filizlenip ağaç olur. Ağaç yaşlanır, yaprak döker ve vakti zamanı gelince toprağa karışır, kül olur. İnsan da böyledir. Her yaşanmışlıkla değişir insanın ruhu, dönüşür kayıp olur gider, belki iz bırakır o kadar... Kimi zaman acı bir tecrübe, ruhunda derin bir yara açsa da aslında o yara insanı kimi yönleriyle daha güçlü, daha bilge kılabilir. Kimi zaman yaşanan bir mutluluk, göklere çıkarır gibi hissettirse de o anın da bir sonu olduğunu yaşayarak görür.

Hayaller ve düşler insanın ayaklarını yerden ne kadar kesse ve ümit var etse de gerçekler eninde sonunda tüm çıplaklığıyla önüne çıkar günün birinde…

Zira dünya hayatı geçicidir, hüznü de sevinci de…

Bu gelip geçiciliğin farkındalığı, maddi dünyaya olan bağımlılığa dönüşmemelidir her şeyden önce… Eşyaya, makama, şöhrete olan düşkünlükler bir tutsaklığa mahkûm etmemelidir insanı; zira geçici tatmin olarak başlayan bu kazanımlar tutsaklığının zincirleri olabilmektedir. Oysa ki insan bu zincirlere sarılmadığı sürece özgünlüğünü ve özgürlüğünü kaybetmez.

İnsanoğlunun karşılaştığı her zorluk, ruhunu arındıran bir ateş, her kolaylık ise şükrünü artıran bir lütuftur aslında. Bu bakış açısıyla, en büyük felaketler bile birer öğretiye dönüşür insan için… İnsan, bu engebelerle karşılaşırken kendini çaresiz hissetmek yerine, kendini ilahi olana teslim etmeyi bildiği sürece Yaradan’ın kudretine sığınarak ruhen sakinleşir.

Bu kabul, bir umutsuzluk değil, aksine huzur barındırır. Çünkü her şeyin bir sonu olduğunu bilmek, yaşanılan günü daha anlamlı kılar. Sevdiklerine daha sıkı sarılmak, doğanın her bir güzelliğine daha dikkatle bakmak, her bir nefesi bir lütuf olarak görmeyi doğurur sonunda… Bu, hayatın acı-tatlı karışımını, hüznü ve neşeyi bir bütün olarak kucaklama hâlidir. Güneşin batışındaki o hüzünlü kızıllık, yeni bir günde şafağın müjdecisi olduğu gibi; yaşanan her ayrılık da yeni bir buluşmanın, her son da yeni bir başlangıcın habercisi olabilir.

İnsanın değişkenlikler karşısındaki tavrı, bir saksıdaki çiçeğin duruşuna benzer. Çiçek, güneşi gördüğünde açar, yağmurla hemhâl olduğunda suya doyar, rüzgâra maruz kaldığında eğilir ama asla kopmaz. Çünkü o, kendi varoluş döngüsünün serüvenini yaşamaktadır sürekli, bunu bilir. Tıpkı çiçeğin fırtınalara rağmen hayata tutunması gibi…

İnsan da “Ne dem baki ne gam baki” idrakiyle, hayatın her türlü engebeli yolunda ayakta kalmanın şuuruyla hareket ettiğinde her tecrübeyi ruhuna armağan olarak kabul etmelidir. Ve bilir ki, bu dünya bir geçit aralığıdır, ruh ise ebedî bir yolcu. Belki de asıl huzur, tam da bu geçiciliğin kalbinde yatar. Her şeyin gelip geçici olduğunu bilmek, ruhlara sükûnet veren bir dinginlik yayar. Zira, bu dünya, bir rüya gibidir ve rüyalar bittiğinde uyanır insan... Önemli olan, bu rüyayı en güzel şekilde yaşıyor olmak, her tecrübeden ders çıkarabilmek ve her günü dolu dolu, iç huzuruyla, acısıyla tatlısıyla harmanlayıp var oluş nedenine matuf hayat sürebilmektir.

O nedenlidir ki “Ne dem baki ne gam baki”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim YASAK Arşivi

Albenili Dünyada Huzuru Beklemek

25 Kasım 2025 Salı 13:13

Eylül Sadece Bir Ay Değildir

21 Ekim 2025 Salı 11:43

Bir Ömre Neler Sığabilir?

03 Eylül 2025 Çarşamba 11:27

Endişe ve Kaygının Kıskacı

26 Ağustos 2025 Salı 11:41

Sözün Özü, Özün Sözü

03 Temmuz 2025 Perşembe 11:04

“Bayram o bayram ola...”

03 Haziran 2025 Salı 10:19