
İbrahim YASAK
Türkülerde Saklı Ahvalimiz
Ne zaman ki insan bir türküye samimiyetle kulak verir, gönlünün o en kuytu derinliklerinden bir sızı usulca yükselir. Sanki kelimelere bürünmüş, nağmelere sinmiş bir içli çığlıktır bu… Ve zaman, o an durur. İnsanın kalbi, geçmişin sessiz aynasında suret arar. Zira türkü, sadece nağmelerin ahengi değil; insanın omuzlarına yüklenen derdin, yüreğindeki gizli yaranın dinmeyen ızdırabıdır. Türkü bir milletin kalbinde gizlenmiş sayısız gamın, hasretin, vuslatsız sevdanın lisanıdır bir bakıma. O an, yüreğe dokunan ezgi, bir ses değil; gönül coğrafyamızda hicran ateşiyle dağlanmış bir vuslat umududur. Kabuk bağlamaya yüz tutmuşken yeniden kanayan bir yara ve bir türlü küllenmeyen özlemin ta kendisidir.
İnsanoğlu, zamanın keskin dişlileri arasında öğütülürken sığınacak bir liman arar hep. İşte o liman, çoğu zaman bir türkü olur. Çünkü türkü, feryadın en latif sesidir; gönlün dilidir; sükûtu dillendirendir. Nice yaralı gönlün aradığı merhem bir türkünün ezgisinde kucaklar insanı. Her bir ezgi, Anadolu insanının binlerce yıllık meşakkat dolu hayatından süzülmüş damlalar olur adeta. Bazen bir pınar serinliği verir, bazen de genzi yakan bir elem olur. Bir türkünün dizelerinde kaybolmak, aslında insanın kendi iç dünyasının labirentlerinde yol aramaktır. O yol boyunca, geçmişin hayalleri, geleceğin belirsizliği ve şimdinin ağırlığıyla karşılaşır durur insan.
Ve bir türküyü tekrar tekrar dinlemek, belki de o acıyla bir nevi ünsiyet kurmaktır. Çünkü başa sarılan türkü değil, kalpte kapanmayan yaradır aslında. Her dize bir ah, her nakarat bir gözyaşıdır. Türkülerde kendini bulan sadece sevdalılar değildir, bir milletin bin yıllık hikmeti, hikâyesi, hicranı gözyaşıyla yoğrulmuş olan herkestir. Kimi zaman bir yâre, kimi zaman sılaya, kimi zaman ise fâni dünyada bir türlü ulaşılamayan hakikate duyulan sonsuz bir iştiyaktır. Türküler, bu özlemin en sadık yoldaşı, en mahir tercümanıdır.
Türkülerin mekânı yüreklerdir.
Bir yanık Anadolu türküsünde “Gurbet elde bir hâl geldi başıma / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir / Derman arar iken derde düş oldum / Ağlama gözlerim Mevlâ kerimdir” dendiğinde, sadece yalnızlık, çaresizlik değil bir sığınak olan Allah’a ulaşma özlemi dile gelir.
Her insan, içinde taşıdığı yara kadar hassastır. Derdi olmayanın derinliği yoktur. Zira meşakkat ruhu yoğurur. Ve çoğu yara, bir türkünün dizelerinde gizlidir. Çünkü türkü, Yaradan’dan gayrı kimseye açılamayan insanın içindeki derdi dillendirir. O yüzden Anadolu insanı konuşamadığı dertlerini türküye döker. Bir Bozlak duyulur uzaktan, sanki dağlar dile gelir, ayrılığın, hasretin yükünü haykırır. Bir Ege zeybeği başlar, efelerin mağrur duruşunun ardındaki gizli sevdanın hikâyesini terennüm edilir. Karadeniz’in hırçın dalgaları gibi coşkun bir horon ezgisi, gurbetin acısını, umudunu seslendirir. Her hasret, bir duaya dönüşür türkülerde. Her dua, bir içli sesle yankılanır. Bazen bir anne, dağda kaybolmuş oğlunu arar bir uzun havada. Bazen bir asker, bir bozlakta memleket kokusunu solur. Bazen de bir derviş, semaya uzanır bir ilahiyle, türküyü zikre çevirir.
Türküler, insanın gönlünün derinliklerine ayna olur bazen. Her yeniden dinleyiş, kapanmayan yaranın bitmeyen sızısını tekrarlar durur. Bazen yaralara bir nevi merhem olur. Ama bu merhem, her zaman iyileştirmeye bilir. Bazen o yarayı usulca okşar, acısını hafifletir gibi yapar. Bazen de tam tersine, o yarayı deşer, büyütür. Zira kelam, musikiyle bütünleşir. O yüzden, bir gece yarısı içli bir ses duyulursa uzaktan; muhakkak ki bir garip, kendini arıyordur. Belki de bir turna göçüne bakıp annesini özlemiştir. Belki de içten içe korlaşan hasret kanıyordur ıssız bir odada. Belki de Hakk’a açılmış, sessiz bir niyazdır bu. Çünkü türküler, kalbin hassas tellerine dokunan sessiz feryatlardır.
Bir türkünün nakaratında takılıp kalmak, onu defalarca başa sarmak, yeniden dinlemek; geçmişin firak dolu anılarına, geleceğin meçhul beklentilerine ve ruhun en kuytu köşelerine gömülmektir. Belki de bir ömür boyu taşınan o derin özlemlere ve bir türlü kabuk bağlamayan yaralara yapılan hüzünlü ama bir o kadar da samimi bir yolculuk başlamıştır.
Türkü susar, ama gönüllerdeki yankısı, o başa sarılan özlem ve dert, konuşmaya devam eder. Ta ki bir başka türküde, bir başka seste yeniden kendi hikâyesini bulana dek. Zira, “Gönülden gönüle bir yol vardır görülmez.” Türküler kılavuzudur o görünmez yolun…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.