FİRDEVS CENNETİNE KAVUŞACAK OLAN MÜMİNLER:

FİRDEVS CENNETİNE KAVUŞACAK OLAN MÜMİNLER:

MUAMMER OYTAN

2 yıl önce

Firdevs cenneti, cennetin en özel yerlerindendir; en yüksek mertebelerindendir.Peygamber (s.a.s.)’in vefatından sonra ciğerparesi Fatıma Validemizin, “Makam-ı Firdevs cenneti olan babacığım!” sözleriyle hüznü ve tesellisine konu olan cennettir.

Hz. Ömer’in rivayet ettiğine göre Allah Resul’ü(s.a.s.) bir gün ashabıyla sohbet ettiği esnade kendisinde vahiy alâmeti belirdi.Ve “Biraz önce bana on ayet indirildi.Kim bu ayetlerde belirtilenleri hayatına yansıtırsa cennete girer” buyurdu.Müminun Suresinin bazı ayetlerini okumuştur. Örneğin, Firdevs cennetinin varislerinin ve orada ebediyen kalacak olanların şu vasıflara sahip bulunanlar olduğunu belirtmiştir:

Namazlarını kılmaya devam edenler. Namazlarını derin bir saygı içinde, huşû içinde kılanlar. Faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirenler. Zira hayat, bir saniyesi bile heba edilemeyecek kadar kısa ve kıymetli bir nimettir. Vakit bize emanet edilen eşsiz bir hazinedir. Zekatı ödeyenler: Zekat, yoksulun, ihtiyaç sahibinin, zenginin malındaki hakkıdır Zekat, kişiyi, mal ve mülkün, servet ve gücün esiri olmaktan korur. Irzlarını koruyanlar, iffetlerini koruyanlar: Başkalarının iffetini kendi iffeti sayanlardır. Emenetlerine ve verdikleri sözlere riayet edenler. Cenab-ı Allah, bizleri felâha eren ve Firdevs cennetinde Peygamberimiz(s.a.s.)’e komşu olan bahtiyar müminlerden eylesin!

 

ORUÇ AÇGÖZLÜLÜĞÜ TEDAVİ EDER.

Ramazan, bize unuttuklarımızı hatırlatmaktadır; bizi tefekküre davet etmektedir. Oruç, Kur’an, namaz, zikir, tövbe, sadaka ve dua ile Ramazan, ruhumuzu sükunete erdirmektedir. Oruç, bizi imsaktan iftara kadar aç bırakarak bütün kötülüklerin kaynağı olan başka bir açlığımızı, açgözlülüğü tedavi etmektedir.

Ramazan ve oruç, her türlü açgözlülüğümüzden, tutku ve tamahlarımızdan kurtulmamız için büyük bir fırsat sunmaktadır. Ramazan ve oruç, sahip olduklarımızın aslında bizim olmadımğını, maddi ve manevî nimetlerin bir imtihan sebebi olduğunu  bize hatırlatmaktadır. Dünyanın gelip geçici, ebedi ve kalıcı olanın ise ahiret olduğunu fark ettirmektedir. Ramazan bize paylaşmayı, oruç kanaatı ve şükretmeyi öğretmektedir. Ramazan bize gerçek zenginliğin mal çokluğu değil, gönül tokluğu olduğunu talim etmektedir. Dünyada saadetin, ahirette kurtuluşun yolunun servet yığmaktan değil, gönül kazanmaktan, dua biriktirmekten geçtiğini duyurmaktadır.

NAMAZDA HUŞÛ NEDİR?

Namazda huşû;

* Her şeyden önce Allah Tealâ’nın huzurunda olduğunun;  ibadet mahallinde bulunulduğunun farkında olmak; namaz kılarken Allah’a gönülden boyun eğmek: “ Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun!” (Bakara,2/238); Allah’ın huzurunda olduğunun idraki içinde olmak ve bunu namaz boyunca akıldan çıkarmamak; her türlü dünyevî meşgaleden zihni sıyırmaya çalışmak; yapılan hareketlerin farkında olmak yani kıyamda olduğunun, rükûda olduğunun, secdede olduğunun, kaç defa secde ettiğinin farkında olmak, aklında tutmak; acele etmeden namazın her hareket ve kıraatinin hakkını vererek yapmaktır.

*Allah Tealâ’nın huzuruna çıkınca O’na karşı derin bir saygı içinde olmak:“Onlar ki namazlarında derin saygı içindedirler !”(Mü’minûn,23/2);

* Yüreğini-kalbini-gönlünü-ruhunu aşkla, sevgiyle Allah’a  yönlendirmek;

*Yüce Varlığın huzurunda olduğunu idrak etmek;

* Cenab-ı Allah’ın seni gördüğünü, gözlediğini, şefkatle baktığını hissetmek; “O, namaza kalktığın vakit seni görüyor.” (Şuarâ,26/218 );“Şüphesiz Allah üzerinizde bir gözetleyicidir!”(Nisâ,4/1)

* Dualarını-yakarışlarını duyduğunun bilincinde olmak “ Şüphesiz Rabbim duayı işitendir.”(İbrahim, 14/39); “O, her şeyi en iyi işiten ve hakkıyla bilendir!” (Şuarâ, 26/220)

*Allah’a karşı duyulan derin sevgi-saygı içinde, boyun eğerek, alçak gönüllülük ve tevazu ile; kibir, gurur, riya ve gösterişten uzak bir şekilde, kul olduğunun bilinci içinde O’nunla baş başa kalmak, baş başa olduğunu bilmek!

* Huzurlu ve mutmain olmak: Namaz huzur mahallidir, tevazu ve huşû kaynağıdır.

 

İşte namazda huşû budur! İşte mü’minin Mirac’ı budur! Nitekim, Hz.Peygamber (s.a.s.)  “Kim dünya ile ilgili vesvese etmeden iki rekat namaz kılarsa, Allah onun geçmiş günahlarını bağışlar” demiştir.( Ebu Davud, Tefriu' ebvabi'l-vitr, 26).

Allah Tealâ’nın kulundan beklentisi budur; yani namazın huşû içinde kılınmasıdır: Nitekim: “Müminler kurtuldular; onlar namazlarını huşû ile kılarlar!” buyurmuştur

Hz.Peygamber Efendimiz de  “ benim mutluluğum namazdadır !” . (Taberânî, Mucemu’l-kebir, XX, 420, no: 1012) “Namaz mü’minin miracıdır ! ”  (Fahrettin er-Razi, Tefsir, Beyrut 1420, 1/226) “Namaz dinin direğidir” .( Fahrettin er-Razi, Tefsir, Beyrut 1420, 1/226)  buyurmaktadır.

 

MERHAMETLİ OLMAK

Allah Tealâ’nın dışındaki tüm canlılar başkalarına muhtaç durumdadırlar. Muhtaç olana, düşkün olana, hasta olana merhamet etmek ve yardımına koşmak toplumun evrensel bir denge içinde olmasının bir gereğidir. “İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez” ( Buhari, Tevhid, 2) sözü ile Hz.Peygamber (s.a.s.), insanlara, merhametli davranmalarını tavsiye etmiştir. Merhametli davranmak sadece insanlara karşı değil hayvanlara, bitkilere, çiçeklere, böceklere kısaca her canlıya karşı da zarar vermemeyi, yumuşak davranmayı, acımayı, onun sağlık ve güzellik içinde yaşamasına izin verilmesini de kapsar. Merhametli insan, doğaya zarar veremez; doğanın güzelliklerini kirletemez; onun güzel olmasına ve güzel kalmasına yardımcı olur.

Bir çiçeğin koparılmaması-üremesine doğal seyrini tamamlamasına izin verilmesi insanın tabiata duyduğu sevgi ve saygının gereğidir. Bir hayvana eziyet edilmemesi, acı çektirilmemesi, taşıyabileceğinden fazla yük yükletilmemesi, ihtiyacı olan gıdanın verilmesi ve bakımının yapılması vicdanî merhametle ilgili bir davranıştır…

Merhamet duygusu, insanın acıma duygularını harekete geçiren, vicdanî duygularını sızlatan, dolayısıyla insanı doğru yola sevk eden, düşkünlere yardıma koşması için tahrik eden; acımasız olmasını engelleyen insanî ve yararlı bir duygudur.

DÜNYA HAYATI GEÇİCİDİR

Kitabımız Kur’anı Kerim, dünya hayatının insanı aldatan bir meta (Âl-i İmrân,3/185), Faydası ahirete göre daha az (Tevbe,9/38), bir nevî oyun, oyalanma ve eğlenceden ibaret (Enam,6/32) olduğunu açık şekilde bildirmektedir. Peygamber Efendimiz de dünya hayatında kendisini bir yolcu gibi görmüş, ebedî hayatı unutmayarak ona göre hazırlık yapmış ve ümmetine de bunu tavsiye etmiştir. O’na göre dünya hayatı, uzun bir yolculuk esnasında gölgelenmek için, deçici olarak altında gölgelenen bir ağaç gibidir. “Muhakkak ki ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır !”(Duha,93/4) ayetinde buyrulduğu şekilde, ancak ahiret hayatı için elzem olan amellere engel olmayan bir dünya hayatının meşru, mubah, nimet ve mutluluk vesilesi olduğu unutulmamalıdır.

            “Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır…”(En’am,6/32) ayetinde belirtildiği üzere dünya hayatı gerçekten geçicidir. O halde bu dünyada kaldığımız bu geçici sürenin yararlı, anlamlı ve değerli olması için Allah’ın hoşnutluğunu ve rızasını kazanmak, O’na yakınlaşmayı umarak hayırlı ameller-işler yapmak önceliğimiz olmalıdır.Böyle bir niyet taşımadan yaşanılan hayat boş, manasız ve faydasız geçirilen bir süreden ibaret olacaktır.(Sabri Akpolat, Dünya Hayatı Geçicidir, Kur’andan Öğütler 1, D.İ.B. Yayını, s.212.). Hz.Peygamber (s.a.s), “ Kişiyi ölürken üç şey uğurlar : Sevdikleri, malı ve yaptıkları.İlk ikisi geri döner ve o yaptıkları ile baş başa kalır !” buyurmuşlardır.

           

KUR’AN’I KERİM’E GÖRE CEHENNEM

Yukarıdan beri  yani yazmaya gayret ettiğimiz bu itabımızın başından deri açıklaya geldiğimiz İslâm dininin esaslarına uygun davranmayan, uygun yaşamayan; kısaca Cenab-ı Allah’a imân etmeyen, Allah’a ortak koşan, Kur’ân ayetlerini tanımayan, inkâr eden (Bakara, 2/161),bunları menfaatına göre-işine geldiği şekilde yorumlayıp tahrif eden (Fussilet, 41/40); ibadetlerini yapmayan; kin-garez, kibir-gurur-böbürlenme-büyüklenme duygularının esiri olmuş (Mü’min, 40/76); Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinen (Nisâ, 4/119) kişiler, özel olarak hazırlanmış olan ve yakıtı insanlar ve taşlardan ibaret olan, dehşetli bir ateşten yapılan (Tahrim, 66/6) Cehenneme atılacaklardır (Nisâ, 4/56). “Hiç şüphesiz âyetlerimizi tanımayan kâfirleri yarın ateşe yaslayacağız. Derileri piştikçe azâbı iyice tatsınlar diye, kendilerine, değiştirmek üzere başka deriler vereceğiz. Şüphesiz Allah güçlü ve üstün olup, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisâ, 4/56)

Şirk ve inkâr ehlinden başka, ayrıca, ister kâfir, isterse mü’min olsun, zalimler de zulümlerine lâyık olan cezayı Cehennem denilen o dehşetli ceza mahallinde bulacaklardır.Öyle ki bu dünyada işlenmiş hiçbir zulüm karşılıksız bırakılmayacak, hiçbir mazlumun âhı cevapsız kalmayacaktır.

“Cehennem hayatında sözü geçen acı, ıstırap, azap, ateş v.b.şeyler bu dünyadakilere benzetilemez. Bunların iç yüzünü insanların bilmesi mümkün değildir. Cehennem azabı kâfirleri her taraftan kuşatacak ve onlar orada ebedi kalacaklşardır. Günahkâr müminler ise cehennemde ebedi kalmayacaklar, cezalarını çektikten sonra Cennete konulacaklardır”

(A.Saim Kılavuz, Murat Kılavuz, a.g.e.s.59). Allah’ın gazabı, öç almak veya intikam duygusuyla gerçekleşen bir cezalandırma değil, adaletin yerini bulması için takdir edilmiş bir cezadır.

İslâmın öngördüğü en temel hedef, kulun Allah’a samimi bağlılık göstermesi, Allah’ın da onu dünya ve ahrette ödüllendirmesidir. Bunun yanında ceza, asli bir unsur olmayıp kötülükleri önlemek için bir tedbirdir. Bütün uyarılara rağmen Allah’a bağlılığa yanaşmayan, insanlara kötülük ve haksızlık yapmaktan zevk alan, ilâhî kuralları hiçe sayarak yeryüzünde bozgunculuk yapan kimseleri cezalandırmak için, kötülerin son durağı Cehennem yaratılmıştır.Cehennemi hak edenlerin yaptıkları davranışlar Kur’ân’da sayılmıştır: En başta Allah’a ve Peygamber’ine inanmayan kâfirler, düşük karakterli ve iki yüzlü munafıklar, Allah’a ortak koşanlar Cehennem ehlidir. Bunun yanında namaz, oruç, zekât, Hac gibi temel ibadetleri yapmayan, her türlü günahı pervasızca işleyip bundan pişman olup tövbe etmeyen imanı zayıf kişilerin de yolu Cehenneme uğrayacaktır.Ayrıca hayra engel olan, inatçı, şüpheci nankörler ve çok yemin edip ötekini berikini çekiştirenler de oraya gireceklerdir.Lâf getirip götüren koğucular, cimriler, ahirete inanmadan sadece dünyanın olduğunu zannedip maddeye tapanlar da Cehennem’likler arsında sayılır.( Kâf,50/24-26; Kalem,68/10-13) ( Yrd.Doç.Dr.Tevfik Yücedoğru, İslâma Giriş,Gençliğin İslâm Bilgisi, Görünen ve Görünmeyen Âlemler, Ankara, 2007, s.279)

Cehenneme herkes uğrayacak ve görecek midir? Bu soruya Allah Tealâ, Meryem Suresinin 71-72.ci ayetlerinde cevap vermektedir: “İçinizden oraya uğramayacak hiçbir kimse yoktur. Bu Rabbin için kesinleşmiş bir hükümdür. Sonra biz, Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız; zalimleri de diz üstü çökmüş olarak orada bırakırız”(Meryem,19/71-72) Bu Ayeti Ehl-i Sünnet âlimleri, Cehennem üzerine kurulacak ve herkesin üzerinden geçmek zorunda olduğu bir yol, köprü (Sırât) şeklinde yorumlamışlardır. Yani cennetliklerin Cehenneme “uğraması” Sırâttan geçmek suretiyle olacaktır.(Tevfik Yücedoğru, a.g.e.s.282-283)

YAZARIN DİĞER YAZILARI