SABIRLI OLMAK.

Sabır, geniş bir anlam demeti olan bir sözcüktür

MUAMMER OYTAN

3 yıl önce

SABIRLI OLMAK.

         Sabır, geniş bir anlam demeti olan bir sözcüktür. En önemli anlamı: Başa gelen olaylardan dolayı Cenab-ı Allah’a isyan etmemektir; dayanma gücü, direnme gücü, yaşama azmi gösterebilmektir. Başa gelen olaylardan dolayı insanın duygusal davranması, ağlaması, sızlaması, üzülmesi normaldir; yeter ki Allah’a isyan niteliği taşıyacak söz ve davranışlardan kaçınılabilsin!

Sabır; haksızlıklara ve başa gelen üzücü olaylara tahammül etme ve dayanma gücü demektir. İnsanın, haklı olduğu, karşı çıkma gücü ve cesareti olduğu halde metanet göstererek sessiz ve hareketsiz kalabilmesidir. Bir musibete uğrayanın feryat etmeden, her şeyin Allah’tan geldiğinin bilinci ile sıkıntılara sonuna kadar tahammül göstermesidir. Sabır, sadece zorluklar karşısında değil, hayatın her anında yaşanan bir ahlâk özelliğidir. Kur’ân’da bildirilen en çarpıcı örneklerini ise peygamberlerin yaşamlarında görmek mümkündür. Ayet-i Kerimelerde ifade edildiği üzere: “…Sabredenleri müjdele” (Bakara,2/155), “…Şüphe yok ki Allah, sabredenlerle beraberdir.”(Bakara 2/153). Sabır, müminlere pek çok güzelliğin kapısını açan eşsiz bir anahtar gibidir.

         Cenab-ı Allah; sabredip salih amel işleyenlere bağışlanma ve büyük bir mükâfat olduğunu (Hûd,11/11) ; Sabredip salih ameller işleyenlerin mükâfatını zâyi etmeyeceğini  (Hûd,11/115); sabredenlerin yalnızca Raplerine tevekkül eden kimseler olduğunu (Ankebut,29/59); sabredenlerin sabretmelerine karşılık cennetin yüksek makamlarıyla mükâfatlandırılacaklarını (Furkan,25/75) buyurmaktadır. İnsanın, karşılaşacağı olaylara karşı hazırlıklı olması gerekir. Sabır acı, meyvesi tatlıdır! Sıkıntılara, dert ve belalara sabır gösteren, sonunda huzur ve saadete kavuşur. Sabredenlere mükafatları hesapsız olarak verilir.

         Sabır; insanın bir amaç için ortaya koyduğu özverinin, kararlılığın, güçlü iradenin ürünüdür. Dolayısıyla sabır, insanın kendi benliğiyle ilgili tavrıdır. Kur’ân’da, rahatlık ve bolluk kadar sıkıntı ve darlık da hayat gerçeği olarak gösterilmiş; sabrın zorluklar karşısında acizlik gösterip sıkıntılara teslim olmak anlamına gelmediğine; aksine Allah’ın inayetine güvenerek güçlükleri aşma iradesini göstermek olduğuna işaret edilmiştir. Allah’a ve Resul’üne itaat, birlik ve beraberlik, zorluklar karşısında sabır ve metanetle hareket etmek hayatta başarılı olmak için en önemli ilkeler olarak gösterilmiştir. Allah’a olan inançlarını, güven ve teslimiyetlerini, iyimserliklerini, sabır ve metanetlerini her zaman ortaya koyan yüksek karakterli müminler “…Allah sabredenleri sever.” (Al-i İmrân,3/146) ilâhî buyruğuyla taltif edilmişlerdir.

 

 

 

ALLAHU TEALÂ’NIN ZÂTI HAKKINDA

             TEFEKKÜR EDİLMEZ.

         Abdullah bin Abbas’ın anlattığına göre, bir cemaat oturmuş Allah Tealâ’nın zâtı üzerinde tefekküre başlamışlardı. Bunu duyan Resul-ü Ekrem Efendimiz onlara: “Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünün, Zâtı hakkında düşünmeyin. Zira sizler O’nun mahiyetini anlamaya güç yetiremezsiniz” buyurmuştur.

            Peygamberimiz (s.a.s.) yine bir gün ashabının bir toplantısına gitmişti. Onları düşünür vaziyette buldu. Kendilerine niçin konuşmadıklarını sorunca: “Allah Tealâ’nın yarattıkları üzerinde düşünüyoruz” cevabını verdiler. Resul-ü Ekrem, bunun üzerine: “İşte böyle, Allah Teala’nın zatı üzerinde değil, yaratıkları üzerinde düşünün!” buyurmuştur.

 

 

İYİLİĞİ EMREDİP – KÖTÜLÜĞÜ MEN ETMEK.

İslâmın temel ilkelerinden birisi de toplumun ve kişilerin birbirine iyiliği ve güzelliği tavsiye etmesidir. Bu tavsiye ne kadar çok ve yoğun şekilde yapılırsa insanlar arasındaki ilişkiler o derecede iyileşip gelişebilir ve ahlâklı ve erdemli bir topluluk meydana gelir. Kur’ân-ı Kerim’de, kurtuluşa erenlerin özelliği olarak, Cenab-ı Allah, “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.  İyiliği emreder, kötülüğü meneder ve Allaha iman edersiniz…” (Âl-i İmran,3/110); “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” ( Âl-i İmran,3/104) buyurmuştur.

Hiç şüphesiz hayır üretme idealindeki insanlar arasındaki yardımlaşmalar, iyiliği yayma amacına yönelik yardımlaşmadır. Yüce Allah, iyilik yapmakta ve kötülükten sakınmada yardımlaşmamızı emretmiştir. Allah için iyilik yapan, Allah için maddi ve manevî yardımda bulunan kimsenin mükafatını da şüphesiz Yüce Mevlamız verecektir. (Dr.Yüksel Salman, İyilik ve Takvada Yardımşalmak 2, Kur’andan Öğütler, D.İ.B. Yayını, s.48)

Yüce dinimizde hayrın, iyiliğin sınırı yoktur. İnancımızda Rabbimizin rızasına vesile olan her bir davranış hayırlı ve güzel bir davranıştır. Şüphesiz hayır işlemenin hem maddi hem manevî birçok çeşidi vardır. Hayır herkesin gönlüne ve gücüne göredir. Hayır işlemek, kimine göre cami, hastane, okul yaptırmaktır; kimine göre mağdurlara, muhtaçlara el uzatmak, mahzun gönüllere neşe saçmaktır. Hayır, bazen bir yetimin, kimsesiz boynu büküklerin başını okşamak, bazen de bir kardeşimizin yüzüne tatlı bir tebessümle bakmaktır. Hayrın anahtarı bazen yolunu kaybetmiş birine yol göstermek, boynu bükük bir garibin ümidi olmak, bazen de mazlumun, mağdurun acısını paylaşmak, göz yaşlarına ortak olmaktır. Hayır kimi zaman da zalimlere, yakıp yıkanlara, terör estirenlere, cana kıyanlara, insanlara hayatı zinden edenlere karşı çıkmaktır.

Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, “Hayra vesile olan, o hayrı işleyen kadar sevap kazanır.” buyurmaktadır. Şuhalde hayır işlemek kadar hayra vesile olmak, hayrı teşvik etmek de önemli bir davranıştır.

Atalarımız, “iyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık bilir” diyerek daima iyilik yapmamızı öğütlemişlerdir. Kişilere, yere, zamana göre değil, herkese, her yerde, her zaman iyilik yapılması gerektiğini ifade etmişlerdir.

Mü’min kişinin, muhtaç olsun olmasın herkese iyilik yapmak, yardımlarda bulunmak ne kadar dinî görevi ve insanlık borcu ise yapılmaya tevessül edilen kötülükleri önlemek de o derecede dinî görevi ve insanlık borcudur. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) “Sizden kim kötü bir şey görürse onu eliyle önlesin, eğer buna gücü yetmezse dili ile önlesin, eğer buna da gücü yetmezse kalbi ile önlesin.Bu ise imanın en zayıfıdır!”.(Ebu Davud, Salat, 239, 242) buyurmuştur.

İslâm dininde, cebir ve şiddete başvurmak suretiyle inanç ve fikirlerin kabul ettirilmesi usulü yoktur. İnandırmak, sevdirmek, affetmek, hoşgörülü olmak, huzur ve rahatlık hissi uyandırmak yolu vardır. Kin, nefret ve ihtiras, huzursuzluk yaratır, yeis ve üzüntü yaratır, ruhî bunalımları derinleştirir. Hayat, ancak, iyi görüş, tatlı düşünce, cömert bir kalp, tatlı dil-güler yüzle tatlılaşır ve huzur bulunur. Şu kısa hayat, bir ses gibidir: Duyulması ile kaybolması arasında kısacık bir zaman vardır. Hüner, gönüllerde öfke ve kin dolu bir ses değil, faziletli-dost-sıcak bir ses bırakarak ebediyete göçmektir.

( A. Ragıp Akyavaş, a.g.e. s48-49).

 

SAFA TEPESİ. 

 Safa Tepesi, Kâbe’ ye 139 metre mesafede, güney doğusuna düşen küçük bir tepedir. Hz. Adem, yer yüzüne ilk defa indirildiğinde Safa Tepesine indirilmiştir. Bu Tepenin Safa olarak adlandırılması, Adem Safiyyullah’ın oraya indirilmiş olmasından dolayıdır. Ayrıca, Hz. Hacer, bebeği ile yalnız başına kaldığında, bebeğini kumsala yatırıp, etrafta su veya kimse var mı diye arayışa çıktığı zaman Hak Teala’nın hikmeti ve yol göstermesi ile ilk defa Safa tepesini seçti. Safa, “ihtiyaç, saflık ve duruluk” demektir. Bu ulviyet özelliği, Hz. Hacer (r.a.) ile ünsiyet kurmuş, kalbine yerleşmiş ve Safa Tepesi işaret edilmiştir. (Bahattin Akyön, a.g.e. s158.)

Peygamber Efendimiz, kendi kavmini uyarması emri Allah Tealadan geldiği zaman, Kureyş’ i Safa Tepesınde toplantıya çağırmış ve onlara şöyle demiştir:

Size Vadiden bir ordunun saldıracağını söylesem bana inanır mısınız? Evet inanırız, çünkü şimdiye kadar senden hep doğruyu işittik. O halde, ben sizin için bir uyarıcıyım, buna inanmayanlara büyük azap vardır. Bunun üzerine, amcası Ebu Lehep:

Bizi bunun için mi buraya topladın? Demiş ve ağır hakaretler ederek hem Peygamber Efendimizi üzmüş, hem de gönüllerine iman girecek olanları caydırmıştır. Mekke Feth olunduktan sonra Peygamberimiz (s.a.s.), Safa Tepesine çıkıp Allah’a şükredip dua etmiştir. Efendimizi (s.a.s.) Mekke’den kovanlar, İslam galip geldiğinde, Safa’da toplanıp tek tek Resulallah’a biat etmişlerdir.

 

 

12-MERVE TEPESİ.

Merve tepesi, tam da Safa Tepesinin karşısında, takriben 400 metre mesafede bir tepedir. Merve adının verilmesinin sebebi-hikmeti, Hz. Havva’nın bu tepeye inmesidir: Kadının (El mer’e) oraya indirilmiş olmasından dolayıdır.

       

13-SA’Y  ALANI.  

 

Safa Tepesi ile karşısında bulunan Merve Tepesi arasındaki alana Sa’y alanı denir. Bu iki tepe arasındaki mesafe yani Sa’y alanı, yaklaşık 400 metredir.  Hac ve umre ziyaretlerinde, Kabe’nin tavaf edilmesini müteakip Makam-ı İbrahim arkasında iki rekat tavaf namazı kılınır, sonra zemzem içilir ve daha sonra da Hacerül Esved istilam edilerek (eller kaldırılıp selamlanarak) Safa Tepesine çıkılır; niyet edilir, tekbir, tehlil, zikir ve dua okunarak yürünür: Yani Sa’y yapılır; yani bu 400 metrelik alanda, yani Safa ve Merve Tepeleri arasında 7 defa gidilip gelinir: Her bir gidişe “şaft” denilir. Sa’y’ a, Safa Tepesinden başlanır Merve tepesine kadar gidilir, sonra geri Safa Tepesine gelinir. Bu şekilde 4 defa Safa’dan Merve’ye gidilir, 3 defa da Merve’den Safa’ya gelinir. Böylece 400 metrelik Sa’y alanı 7 defa yürünmüş olur.  Sa’y, Merve’de son bulur.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI