MUHTAÇLARA YARDIM ETMEK: İNFAK

İnsanların birlikte yaşama ihtiyacı yaratılıştan gelen bir özelliktir. Bu ihtiyaç, sosyal ve iktisadî olduğu kadar insanların birbirlerine duygusal olarak da gereksinim duymaları gibi psikolojik gerekliliğe de dayanmaktadır.

MUAMMER OYTAN

3 yıl önce

İnsanların birlikte yaşama ihtiyacı yaratılıştan gelen bir özelliktir. Bu ihtiyaç, sosyal ve iktisadî olduğu kadar insanların birbirlerine duygusal olarak da gereksinim duymaları gibi psikolojik gerekliliğe de dayanmaktadır.

            İslâm dini, bencillik yerine muhtaçlara yardım etmeyi, israf ve cimrilik yerine infak etmeyi esas ilke olarak benimsemiş; kabile yaşantısı yerine kardeşliği ve dayanışmayı geçirmek suretiyle karşılıklı sevgi, saygı ve yardımlaşmanın egemen olduğu bir toplum oluşturmuştur.

Cenab-ı Allah, “müminler ancak kardeştirler …” (Hucurât,49/10) ayetini buyurmuş; Hz.Peygamber (s.a.s.) de “Kişi, kendisi için istediğini Müslüman kardeşi için de istemedikçe (kâmil manâda) iman etmiş olamaz” ;( Buhari,İman, 7)“ Müslüman müslümanın kardeşidir …”(Ebu Davud, Edeb, 49) buyurmuştur..

            İnfak, sadece Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla kişinin kendi servetinden harcama yapması, muhtaçlara aynî ve nakdî yardımda bulunması demektir. İnfak, farz olan zekâtı ve gönüllü yapılan her çeşit bağışı kapsamaktadır. Hz. Ebubekir, Tebük Savaşı için yardım toplayan Hz. Peygamber(s.a.s.) Efendimize bütün servetini vermiştir. Peygamberimiz bunu hissederek  Hz. Ebubekir’e “Ailene ne bıraktın?” diye sorması üzerine Hz. Ebubekir “Allah ve Resulünü!” cevabını vermiştir.

            Kur’anı Kerim’de “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz dane bulunan bir tohum gibidir…”(Bakara,2/261) buyrularak , infakta bulunana verilecek sevabın bire yedi yüz olduğu hükme bağlanmıştır.

            Sadakanın faziletleri anlatmakla bitmez. Nitekim Hz. Peygamber(s.a.s.) Efendimiz:

            - “Herkes yarım hurma ile de olsa yüzünü Cehennem ateşinden korusun!”(İmam Gazali,a.g.e.s.403)

            - Su ateşi nasıl söndürürse sadaka da günahı öyle söndürür!” (İ.Gazali,a.g.e.s.403)

            - Sadaka Rabbin öfkesini söndürür ve kötü ölümü bertaraf eder.!”(İmam Gazali,a.g.e.s.403)

            -İnsanlar arasında hüküm verilinceye kadar herkes sadakasının gölgesinde kalacaktır!” buyurmuştur. ( İmam GAZALİ, a.g.e. s. 403)

 

            CÖMERTLİK VE CİMRİLİK

Cömertlik; insanın muhtaç olmadığı şeyi ihtiyacı olanlara vermektir; kişinin manevî temizliğine sebep olan, onu ateşten koruyan bir haslettir. Cömert kişi, Allah’a yakın, Cennet’e yakın, insanlara yakın ve Cehennem ateşinden uzaktır..Cömert insan muhtaçlara verdikçe, Allah da ona verir. “De ki: “Şüphesiz Rabbim rızkı kullarından dilediğine bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Allah yolunda her ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”(Sebe,34/39)

Yüce dinimiz İslâm, başta zekât olmak üzere bazı malî harcamalarda bulunmayı emretmiş, çevremizdeki insanlara karşı görev ve sorumluluklarımız olduğunu bize hatırlatmıştır. Aile bireylerinin bakımı, akrabaların, fakir ve yetimlerin görülüp gözetilmesi, çevremizdeki muhtaç insanlara imkânlar ölçüsünde malî yardımlarda bulunulması bu görev ve sorumluluklar arasındadır. Bu bakımdan İslâmda israf ve gösteriş tüketimi yasak olduğu gibi cimrilik de yasaklanmıştır. (Dr.Muhsin Akar,Cimrilik Edip Vermediğimiz Şeyler Kıyamet Gününde Boynumuza Dolanacaktır; Kur’ân’dan Öğütler 1,D.İ.B.Yayını 1 , s.184)

Cimrilik; imkânı olduğu halde gerekli harcamayı yapmamak; imkân olduğu halde mal ve serveti dinî ve hukuki bakımdan gerekli olan yerlere harcamamak veya hayır yolunda harcama yapmayı sevmemektir. Cimri ise, kendisine verilen onca mal ve mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu unutarak muhtaç kimselere vermekten kaçınan kimsedir. Şu halde mal ve serveti yaratılış gayesinin dışında harcamak israf; yaratılış gayesi istikametinde harcamayıp elde tutmak cimrilik; yaratılış gayesine uygun şekilde harcamak ise cömertliktir. (Dr.Muhlis Akar, a.g.e. s.184). “…Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” (Teğâbün,64/16) “ Allah’ın kendilerine lütfundan verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar…”(Âl-i İmrân,3/180)

Bir kimse zekatını veriyorsa, misafire ikram etmekten zevk alıyorsa, yardıma muhtaç olan yakınlarına ve sıkıntıya düşmüş insanlara yardım edebiliyorsa işte o kimse cimri değildir. Peygamberimiz (s.a.s.): “Allah’ım, acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten sana sığınırım…” ( Ebu Davud, Tefriu' ebvabi'l-vitr, 32) buyurmuştur.

 

ISRAF ETMEMELİ, TUTUMLU OLMALIDIR

Israf; insanın sahip olduğu nimetleri gereksiz ve aşırı şekilde tüketmesi; haddi aşması demektir. Mal veya imkânları meşru olmayan amaçlar için, doğru olmayan yerlere saçıp savurmaktır.

Israf; lüks ve gösteriş tüketimidir. Böyle bir tüketim, fertleri maddi-manevî çeşitli sıkıntılara uğratmakta, milletlerin kalkınmasını engellemekte, ülkelerin ekonomik yapılarını olumsuz yönde etkilemektedir.

Hz.Ali, kişinin kendisine ve aile halkına israf etmeden, savurganlık yapmadan harcama yapmasını hayırlı iş olarak; gösteriş olsun diye yaptığı harcamasını da şeytanın bir payı olarak görmüştür. Kur’ân’ın emri de bu yöndedir: “Akrabaya, yoksula ve yolda kalmış yolcuya hakkını ver ve sakın saçıp savurma.” (İsrâ,17/26). “Çünkü saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir…”(İsrâ,17/27).

Tutumlu olmak; her zaman ölçülü davranmak, ihtiyaç sınırlarını aşmamak, aşırı harcamalarda ve ölçüsüz davranışlarda bulunmamak; ayağını yorganına göre uzatmaktır.

Tutumlu olmak, cimrilikle israf etmenin arasındaki orta yolda davranmaktır. Allah Teâlâ, Âyet-i Kerime’de ,“Onlar , harcadıklarında ne israf  ne de cimrilik edenlerdir. Onların harcamaları bu ikisi arası dengeli bir harcamadır.” ( Furkan,25/67) buyurmak suretiyle tutumlu olmayı tanımlamıştır.

Yüce dinimiz, Kur’ân-ı Kerim’deki : “…Yiyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü O israf edenleri sevmez…”(A’râf,7/31) âyeti kerime ile israf etmeyi yasaklamıştır.

 

            ALLAH’IN UMULAN RAHMETİ KİMLER İÇİNDİR?

Hz. Hasan’dan rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah’ın yüz rahmeti vardır. Bunlardan sadece bir tanesin dünyadaki canlılara indirilmiştir. Bu rahmet dünya canlılarına ölümlerine kadar yeter. Yüce Allah kıyamet günü bu rahmeti geri alıp doksan dokuz rahmetine ekleyerek yüze tamamlar ve dostları ile kendisine ibadet edenlere dağıtır”. Peygamberimizin, rahmet hakkında bu bilgiyi vermesinin sebebi, müminlerin Allah’ın kendilerine bağışlamış olduğu rahmete karşılık, O’na hamd ve şükretmeleri ve salih ameller işlemeleridir. Çünki Allah’ın rahmetini isteyen kimsenin, bu rahmete nail olabilmek için olanca gayreti ile amel işlemelidir. Nitekim Yüce Rabbimiz: “Hiç şüphesiz Allah’ın rahmeti iyi amel işleyenlere yakındır.”(A’râf, 56) buyurmaktadır.

Başka bir ayette ise Yüce Allah: “Benim rahmetim her şeyi kuşatmaktadır” (A’râf,156) buyurmaktadır. İbn Abbas’ın bildirdiğine göre, “Benim rahmetimden her şeyin alacağı bir pay vardır” anlamında olan bu Ayet’in nâzil olmasıyla, şeytan ileri atılarak: “Ben de bir şey olduğuma göre Allah’ın rahmetinde benim de bir payım var” demiştir. Fakat Ayet’in devamı: “Fakat ben rahmetimi şirkten sakınanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara vereceğim.” (A’râf, 157) şeklinde nazil olunca şeytan Allah’ın rahmetinden umudunu kesmiştir. Fakat Yahudiler ve Hristiyanlar: “Biz hem şirkten sakınıyor hem zekat veriyoruz ve hem de O’nun ayetlerine inanıyoruz.O halde rahmetten bizim de payımız var” deyince, aşağıdaki ayet nazil olmuştur: “Rahmetime nail olanlar, ümmi Resûle ve Peygambere uyanlardır.”(A’râf, 157).Böylece Yahudiler ve Hristiyanlar da Allah’ın rahmetinden umutlarını kesmişlerdir; Allah’ın rahmetinin sadece müminlere mahsus olduğu anlaşılmıştır.(Ebûl-Leys Semerkandî, Sohbetler,s.82-83)

           

               

KELİME-İ ŞAHADET VE FAZİLETİ.

Müslümanlık, inanış hususunda başlıca iki esasa dayanır: Biris, Allah’tan başka tapacak ilâhın bulunmadığını kabul etmek; diğer esas da, Hz. Peygamber Efendimizin, insanlığa bir rahmet ve kandil olarak gönderilmiş bir Peygamber olduğunun kabul edilmesi ve inanılmasıdır. Bu inancın ifadesi de, Lâ İlâhe İllallâh Muhammeden Resulullah ifadesidir. Bu ifadeyi diliyle ikrar, kalbiyle tasdik eden kişi Müslüman sayılır.

         Kelime-i Şahadete gelince: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resulühu” demek Müslüman olmanın ilk şartıdır.

Anlamı: “Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür” demektir!

         Kelime-i şahadeti çocukluktan itibaren evlatlarımıza öğretmeli ve özellikle yaşlılara daima tekrarlatarak ve Hakk’a yürürken akıl edip kolayca söyleyebilmesi için dillerinin alışmasını sağlamalıyız 

Yüce Rabbimiz, âyet-i kerimede şöyle buyurmaktadır: “İlâhınız bir tek olan Allah’tır. O’ndan başka ilâh yoktur. O, Rahmandır, Rahîmdir.” (Bakara, 2/163)

Hadis-i şerifte ise Peygamberimiz (s.a.s.): “Kim samimiyetle Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğuna şehadet ederse Allah, ona cehennemi haram eder.” (Buhari, İlim, 49)

Kelime-i şahadet, ömrümüz boyunca mümince bir duruş sergileyeceğimize dair Rabbimize verdiğimiz sağlam bir misaktır, sözdür.

Kelime-i şahadet, coğrafyamız, dillerimiz, ırklarımız farklı da olsa biz Müslümanları, yani 1,5 milyar insanı aynı duygu ve ideallerde buluşturan, birbirimize sımsıkı kenetleyen ve Efendimize ümmet kılan bir tevhid ve vahdet beyanıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI