PEYGAMBERİMİZİN ALLAH’I ZİKRİ

PEYGAMBERİMİZİN ALLAH’I ZİKRİ

MUAMMER OYTAN

2 yıl önce

Kur’an-ı Kerim, inananlardan bahsederken “Onlar ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar.”(Âl-i İmrân, 191) buyuruyor. Kur’anın müjdeleyicisi Resûlullah, bu sıfatların canlı bir örneğiydi. Hz. Âişe der ki: “Hz. peygamber hayatının hiçbir safhasında Allah’ı anmaktan ve yüceltmekten geri kalmamıştır”(Ebu Dâvûd, Kitâbut-Tahâre).Hz. peygamber’in evini korumakla görevli olan Rebia b. Kâb, “Hz. Peygamber’in tespihini dinleye dinleye yorulur uykuya dalardım.” demektedir. Hz. Peygamber her an Allah’ı anmakla meşguldü. Otururken, yürürken, uyanıkken, uyurken, yerken, içerken, abdest alırken, üstünü başını değiştirirken, seyahat ederken, konaklarken, evden çıkarken, mescide girerken daima Allah’ı anar, daima O’nun adını yüceltirdi. Hz. peygamber’in son günlerinde Nasr sûresi nâzil olmuş, O’na Allah’ın şanını tespih etmesi emredilmişti. Resûlullah’ın hanımları diyorlar ki: “Hz. Peygamber’e bu emir ulaştıktan sonra artık tüm vaktini Allah’a hamd ve sena etmeye ayırmıştı”(İbn Sâd, Cüzül Vefat). İbn Ömer diyor ki:  “Hz. peygamber, şu duayı okurdu: ‘ Allah’ım beni affet, kusurlarımı bağışla. Tövbeleri kabul eden ve mağfiret ihsan eden sensin” ( İbn Sâd, Cüzül Vefât)

 

 

AİLENİN RIZKINI KAZANMAK İÇİN ÇALIŞMANIN FAZİLETİ

Sahabeden bir işci, Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimizi ziyeret ederek ellerinden öpmüştür. Anacak Mübarek ellerini öperken, nasırlı olan kendi ellerininResulü Ekremin ellerine zarar verebilir diye eziklik hissetmiştir. Bunu sezen Peygamber (s.a.s.) Efendimiz, işcinin nasırlı elini tutarak yukarıya kaldırıp: “ Bu eli görüyor musunuz? Bu ele cehennem ateşi değmez. Çünkü bu el, ailesinin- evlatlarının helal rızkını kazanmak için çalışmaktadır!” buyurmuştur.

KÂBE HAKKINDA ÖNEMLİ BİLGİLER.

Kâbe: Kur’an-ı kerim’in ifadesiyle, “Şüphesiz âlemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev- mâbet- Mekke’dekidir”.(Âl-i İmrân,3/96). Hz. İbrâhim ve oğlu Hz. İsmail Kâbe’yi harçsız olarak üst üste konulan taşlardan, üstü açık olarak inşa etmişlerdi. Kâbe, asırlar boyunca bir çok kez inşa ve tamir edilmiştir. Yaklaşık 1,5 m. genişliğindeki temeller üzerine inşa edilen Kâbe’nin dıştan dışa 10,70 x 12 m. ölçüsünde ve 15 m. yüksekliğinde, duvarları 1,25 m. kalınlığında, üzeri çatısız, düz tavanla kapalı olup, dış yüzlerinde Mekke’nin çevresindeki dağlardan getirilen bazalt parçalardan oluşan değişik boyutlarda 1614 adet taş yer alır (Hicaz Albümü, s.22-23).

Kâbe Kapısı: Kâbe’nin kuzey doğu duvarında, Hacerülesved’e 2 m. mesafede ve yerden 1,92 m. yükseklikte kapısı yer alır.Kâbe, Hz. İbrâhim tarafından inşa edildiğinde kapı yer seviyesinde idi ve boş bırakılmıştı yani herhangi bir kapı takılmamıştı. Kureyşliler 605 senesinde Kâbe’yi yeniden inşa ettiklerinde yer seviyesindeki kapıyı 2. m. yüksekliğe koymuşlar ve tek kanatlı bir kapı takmışlardı. Kâbe’nin kapısı ilk kez, Halife I. Velîd tarafından, 711-712’de altın levhalarla kaplattırılmıştır. Kâbe Kapısının üzerinde bir örtü mevcuttur. Birbirine tutturulmuş dört parçadan oluşan, altın ve sırmalarla bezenmiş bugünkü kapı örtüsü 7,5 x 4 m. ebadında olup, üzerinde bazı ayetler yer almaktadır.( Hicaz Albümü,s. 25).

Hacerülesved: Kâbe’nin doğu köşesinde, yerden 1,5 m. yükseklikte, gümüşten bir mahfaza içinde tavafın başlangıç ve bitiş noktasını belli eden Hacerülesved bulunur. Arapça’da “siyah taş” anlamına gelen Hacerülesved yaklaşık 30 cm. çapında  ve yumurta biçiminde siyaha yakın koyu kırmızı renktedir. Hacerülesved, Hz. İbrâhim tarafından, tavafın başlangıç noktasının belirlenmesi amacıyla yerleştirilmiştir. Hacerülesved ile ilgili bazı inanışlar da vardır: Örneğin, Hacerülesved’e dokunan kimsenin Rahmân’nın eline dokunmuş gibi olduğu (İbn Mâce, “Menâsik, 32); Hacerülesved’in, yeryüzünde Allah’ın sağ eli olduğu ; Hacerülesved’e  dokunanın  Allah’a biat etmiş olacağı (Heysemî, III, 242) şeklindeki rivayetler sayılabilir. Resûl-i Ekrem bir defasında dudaklarını Hacerülesved’in üzerine koyarak uzun uzun ağlamış, daha sonra dönüp baktığında Hz. Ömer’in de ağladığını görünce: “Ey Ömer! Göz yaşları burada dökülür !” demiştir.( Hicaz Albümü, s.27)

Makâm-ı İbrâhim: Kâbe’ye yaklaşık 15,40 m. mesafede bulunan, üzerinde Hz. İbrâhim’in ayak izleri olarak kabul edilen , 1 cm. arayla iki çukurun bulunduğu ve Kâbe’nin inşası sırasında  Hz. İbrâhim’in üzerine çıkıp iskele olarak duvar örmek ve insanları Hac’ca davet etmek için kullandığı taşa Makâm-ı İbrâhim adı verilir. Çok hafif sarı ve kırfmızı karışımı beyaza yakın bir rengi olan taşın kalınlığı 20 cm. olup kenar uzunluklarından biri 38 , diğeri 36 şar cm. dir. Hz. Peygamber,  “Hacerülesved ve Makâm-ı İbrâhim cennet yakutlarından iki yakuttur. Eğer Allah, onların aydınlıklarını (ziyasını) gidermemiş olsaydı doğu ile batı arsını sürekli aydınlatırlardı” buyurmuştur.(Tirmizî, Hac, 49). ( Hicaz Albümü, s. 28).

Altın Oluk:  Kureyşliler, 605 yılında Kâbe’yi inşa ederken, düz olan tavanda yağmur sularının yere akması için, kuzey duvarına yani Hicr tarafına bir oluk koydular. Kâbe’nin bu oluğu ilk defa Emevî Halifesi I. Velîd’in emri ile Mekke Valisi Hâlid bin Abdullah  tarafından altınla kaplattırıldı ve bundan sonra da “Altın Oluk”  adıyla anılmaya başlandı. Kıble, Mescid-i Aksâ’dan  Kâbe’ye çevrildiğinde Medine’de bulunan Mescid-i Nebevî ‘nin kıblesi tam altın oluğun bulunduğu tarafa  isabet etmişti. Bundan dolayı burası Resûl-i Ekrem’in kıblesi olarak meşhur olmuş ve Mekke’de iken de buradan Kâbe’ye yönelmek âdet haline gelmiştir. “Hayırlı insanların içeceğinden için, seçkinlerin namazgâhında namaz kılın!”  diyen İbn Abbas’a bunların anlamının ne olduğu sorulduğunda: “Hayırlıların içeceği zemzem, seçkinlerin namazgâhı da altın oluğun altıdır !” diye cevap vermiştir. Hz. Peygamber, tavaf sırasında altın oluğun altına geldiğinde:”Allah’ım senden ölüm anında rahatlık, hesap anında da af dilerim”diye  dua ettiği bilinmektedir.( Hicaz Albümü, s.30-31)

Hicr, Hicru İsmail: Kâbe’nin Kuzeybatı duvarının önünde bulunan ve “hatîm” adı verilen yarım daire şeklindeki 1,31 m. yüksekliğinde duvarla çevrili olan, yarım ay şeklindeki kısma “Hicr” veya “Hicru İsmail”  adı verilir. Burası da başlangıçta Kâbe’ye dahil idi. 605 senesindeki yeniden inşası sırasında Mekke’liler, ellerindeki malzemenin yeterli olmayacağı düşüncesiyle Hicr kısmını göğüs hizasında bir duvarla çevirerek Kâbe’nin dışında bıraktılar ve Kâbe’ye dahil olduğu anlaşılsın diye burayı da taşla döşediler. Nitekim Hz. Aişe, Kâbe’ye girip namaz kılmak istediğini söylediğinde Hz. Peygamber’in O’nu elinden tutarak Hicr’e soktuğu, “Kâbe’ye girmek istersen burada namaz kıl, çünkü o Kâbe’den bir parçadır!” buyurduğu bilinmektedir (Tirmizî, “Hac”, 48; Nesâî, “Hac”, 1281). ( Hicaz Albümü, s.33-34)

Kâbe’nin Örtüsü: Kâbe’nin dört duvarı üstüne içten ve dıştan örtü asılması eski bir gelenek olup bu uygulamanın ilk defa ne zaman yapıldığı hususunda farklı rivayetler vardır. Dıştan dam korkuluğunun kenarlarında bulunan demir halkalarla çatıya, şazervân üzerindeki bakır halkalarla da tabana tutturulmuştur.. Kapıya da çok güzel bir şekilde işlenmiş ana örtüden bağımsız bir kisve örtülür. Günümüzde Kâbe örtüleri, 14 m. uzunluğunda ve 0,95 m. genişliğinde 48 parçadan meydana gelir; tamamı 638,4 m2.dir.  Yukarı kısmındaki Kâbe’nin dört tarafını çevreleyen ve birbirine eklenmiş  16 parçadan oluşan yazı kuşağına hizâm denilir: Uzunluğu 45 m., genişliği 0,95 metredir. Bu kuşağın biraz aşağısında  yine 16 parçadan meydana gelmiş, ancak birbirine eklenmeden aralarına, içlerinde âyet ve  esmâ-i hüsnâ yazılı daireler konmuş ikinci bir kuşak vardır. Örtünün kendisi de kitâbeli olarak dokunmuştur. Örtünün üzerindeki yazılarda altın ve gümüş teller kullanılmıştır. ( Hicaz Albümü, s.36-37)

Zemzem: Arapça’da “bol, bereketli, doyurucu ve kaynağı zengin su” anlamlarına gelen zemzem, sadece kutsal kabul edilen Harem bölgesinin değil, bizzat Kâbe’nin kuyusu ve bütünleyicisi olarak da görülmüş Mekke için bir nevî hayat kaynağı olmuştur. Cenâb-ı Allah’ın emri üzerine, Hz. İbrâhim’in, eşi Hacer’i ve henüz bebek olan İsmail’i ıssız Mekke vâdisinde bırakıp ayrıldıktan sonra, Hâcer, su ve erzakının tükenmesi üzerine  çaresiz kalmış; küçük oğlu İsmail’in susuzluktan ölmesinden endişe ederek telâşla Safâ ve Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelerek bir yardımcı aramış; bütün ümitlerini kaybettiği anda mucizevî şekilde oğlunun bulunduğu yerde kaynayan zemzem suyunu görünce Allah’a şükretmiş ve suyun dağılmaması için etrafını toprakla çevirmiştir. Hz. Hâcer’in, aralarında 400 metre mesafe olan Safa ve Merve tepeleri arasında  su ve imdât arayışı hac ve umre mesaiki içinde yer alan “sa’y” uygulamasının kökeni olmuştur(Bakara, 2/158). (Hicaz Albümü, s. 45)

Hz. Peygamber, “Yeryüzündeki suların en hayırlısı zemzem suyudur; içilmesi açlığı giderir, hastalığa şifa olur!” ( Heysemî,III, 286). “Zemzem suyu hangi niyetle içilirse ona çare olur!” (İbn. Mâce, “Menâsik,, 78) buyurmuştur. Resûl’ü Ekrem’in uygulaması sebebiyle , Kâbe’yi tavaf ettikten sonra kılınan namazı müteakip zemzem içmek müstehap kabul edilmiştir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI